BREAKING NEWS
Yaşam

728x90

header-ad

468x60

header-ad

Çok kazanmak için çok çalışmak

Sual: (Çok kazanmak için çok çalışmak gerekir) ne demektir?
CEVAP
Aynen yazıldığı gibidir. Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çalışıp kazanmak farzdır.) [Taberani]


Çoluk çocuğunun bir yıllık nafakasını toplayacak kadar çalışmak mubahtır. Müslümanlara yardım için, dine hizmet etmek için fazla çalışıp kazanmak müstehaptır, iyidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır.) [Kudai]

Gösteriş için, övünmek için kazanmak tahrimen mekruhtur. Çalışmak rızkı artırmaz. Çalışmak takdir edilen rızka kavuşturmaya vesiledir. Rızkı veren Allahü teâlâdır. Çalışmak sebebe yapışmaktır. Sebeplere yapışmak sünnettir. (El-İhtiyar)

Çok sevap kazanmak için, çok mala ihtiyaç vardır. Çok mal kazanmak için de çok çalışmak gerekir. İslamiyet’e uygun yapılan her kazanç dünyaya sarılmak olmaz, ahiret için olur.

Sual: Dua ederken dünyalık istemek caiz midir?
CEVAP
Evet dünyalık istemekte bir mahzur yoktur. Mümin, dünyalığı da ahiret için kullanır. Dinimizde malın kıymeti, önemi büyüktür. İnsan, canını, malını, sağlığını, dinini ve şerefini mal ile korur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ahir zamandaki ümmetim için mal sahibi olmak saadettir.) [İ.Rafii]

(Bir zaman gelir ki, parası olmayan rahat edemez.) [Taberani]

(Şerefinizi, mallarınızla koruyun!) [İbni Asakir]

Sual: Tembellikten, boş şeylerden nasıl kurtulabiliriz? 
CEVAP
Tembelliğin ilacı, çalışkanlarla konuşmak, tembel, uyuşuk kimselerden kaçınmak, Allahü teâlâdan haya etmek lazım geldiğini ve azabının şiddetli olduğunu düşünmek ve namazları vaktinde kılmaktır. Namaza önem veren tembellikten kurtulur. Erkekler mutlaka namazı cemaatle kılmalı ve sabah namazı için camiye gitmelidir.

Fazla çalışmak
Sual: Dinimizde fazla çalışmak caiz midir?
CEVAP
Kendinin ve çoluk çocuğunun nafakasını kazanacak ve borçlarını ödeyecek kadar çalışıp kazanmak farzdır. Bu niyetle çalışan kimse, borcunu ödeyemeden ölürse, azap çekmez. Hadis-i şerifte, (Her erkeğin, çalışıp nafakasını kazanması farzdır) buyuruldu. Bundan fazlası için çalışmamak da caizdir. Çoluk çocuğunun bir yıllık nafakasını toplayacak kadar çalışmak mubahtır. Müslümanlara yardım için, dine hizmet etmek için, fazla çalışıp kazanmak müstehabdır, iyidir. Hadis-i şerifte, (İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olandır) buyuruldu. (Dare Kutni, Kudai)

Çoluk çocuğunun nafakasını karşılayacak kadar mal kazanmak için çalışmak farzdır. İhtiyaçlarını karşılamak için, fazla çalışmak sünnettir. Gösteriş için, övünmek için, ihtiyaçtan fazla kazanmak, tahrimen mekruh veya haramdır. Dünyalık kazanmak için çalışmak, günah değildir. Dünyalık sevgisi, dünyaya gönül bağlamak günahtır. Ziynet olan şeyleri kazanmak, mubahtır. İhtiyaç ve ziynet eşyasını İslamiyet’e uygun olarak kazanmak ibadet olur.

İnzivaya çekilip hep ibadet ederek; evlenmek, gezmek gibi mubah işleri ve helal kazanmayı terk etmek, tahrimen mekruhtur. (Tatarhaniyye)

Hele kendisini muhtaç duruma düşürmek, asla caiz olmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Çalışmayıp, kendini sadaka isteyecek hale düşüren, 70 şeye muhtaç olur.) [Tirmizi]

O halde, dinimizin emrettiği gibi helal yoldan çalışıp kazanmak gerekir. Çalışmak rızkı artırmaz; ama sebebe yapışmak olur. Sebeplere yapışmak ise sünnettir.

Kayınpedere "baba" demek

Sual: Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana - baba" demek caiz midir?
CEVAP
Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana-baba" demek, akla yanlış gibi gelmekte ise de, ceddimiz hürmet olarak bunlara "Ana-baba" demişlerdir.



Bekara suresinin 133. âyet-i kerimesinde, Yakub aleyhisselama hitaben (Baban İbrahim, İsmail ve İshak) buyuruluyor. Bilindiği gibi, Yakub aleyhisselam, İshak aleyhisselamın oğludur. İsmail aleyhisselam amcası, İbrahim aleyhisselam ise dedesidir.

İbrahim aleyhisselamın babası Taruh olduğu halde, amcası ve üvey babası Azer için Kur'an-ı kerimde (İbrahim’in babası) ifadesi geçmektedir. (Enam 74)

Peygamber efendimizin, amcası Ebu Talibe ve Ebu Lehebe "Baba" dediği hadis-i şeriflerle sabittir. Türkiye’de de, insanlara iyilik eden, onları himayesine alan kimselere mecaz olarak, "Baba adam", "Fakir babası" dendiğini hepimiz biliriz. Yaşlı kimselere de hürmeten "Baba" denir.

Yaşlı kadınlara da , "Ayşe ana", "Fatma ana" veya "Hacı anne" dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi anne dediğimiz kadın da annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir.

Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı halde, "Amca, dede", yaşlı kadınlara da, "Teyze, nine" deriz. Bunlar bir saygı ifadesidir.

Kayınvalideye ve kayınpedere, "Ana-baba" demek ise daha tabiidir. Riya maksadıyla söylenirse, riya, saygı için söylenirse saygı olur. Ceddimiz, kayınvalideye ve kayınpedere, "Hanım anne", "Bey baba" da demişlerdir. Hakiki ana-baba ile karışmamaları için böyle söylemek daha iyidir. Bazı yerlerde kayınvalideye "Cici anne" de diyorlar. Bunlar mubah âdetlerdir. Günah olmayan âdetlere uymakta mahzur yoktur. Hatta mubah olan âdete uymamak şöhrete, kalb kırmaya sebep olursa böyle âdetlere uymak gerekir. (Hadika)

Oruca niyet etmek

Sual: Ramazan ayında ve nafile oruçlarda, dahve vaktinden önce niyet edilebiliyor. Bu vakitten önce niyet ederken, imsak vaktinden itibaren mi oruçlu olmaya niyet etmek gerekiyor?
CEVAP
Evet, öyle niyet etmek gerekiyor. Tabii o vakte kadar orucu bozacak şeylerden kaçınmış olması da şarttır.
İmsak vaktinden itibaren değil de, niyet ettiği andan itibaren oruç tutmaya niyet edilirse oruç sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar)

Dahve-i kübra vakti: Buna kaba kuşluk da denir. Oruç müddetinin yarısıdır, bu da öğleden bir saat kadar önceki vakittir. Mesela bir şehirde, imsak 05.00’de, akşam vakti de 17.00’de oluyorsa, oruç müddeti 12 saat eder. Bunun yarısı 6 saattir. İmsak vaktinden 6 saat sonraya kadar, yani saat 11.00’e kadar niyet edilebilir. İmsak 04.00’de, akşam vakti de 19.00’da olursa, 15 saat eder yarısı 7,5 saat eder. İmsak vaktine eklenince, dahve vakti saat 11.30 olur. Yani mevsimlere ve şehirlere göre değişir.

Herkes sevdiğiyle beraberdir

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Ehl-i sünnet âlimlerini, büyük zatları sevmek kurtuluş için yeterlidir; fakat gerçekten sevip sevmediği önemlidir. Gerçekten seviyorsa, seven, sevdiğine itaat eder. Dinin emir ve yasaklarına hiç uymadan, sadece seviyorum demek yalan olur. Eshab-ı kiramdan birinin çok üzüldüğünü gören Peygamber efendimiz, ona niçin üzüldüğünü sordu.
O zat, (Ya Resulallah, benim hâlim ne olacak, sizi çok sevmeme rağmen, bu anlattıklarınızı tam yapamıyorum) dedi. Ona, seviyorsa mesele kalmayacağını anlatmak için, (El mer’ü mea men ehabbe) buyurdu. Bu, dünyada kimi seversen, ahirette onunla beraber olursun demektir.

Üzüme mü sözüme mi?

Üftade hazretleri, bir kış günü talebeleriyle dergâhta sohbet ederken, (Taze üzüm olsa da yesek... Kim gidip Çekirge’deki bağdan üzüm toplar getirir?) buyurur. Mevsim kış, dışarıda diz boyu kar vardır. Talebeler, bu kışta, karda üzüm olmaz ki… Hocamıza bir şeyler oldu, istiğrak hali görüldü galiba, neyse birazdan geçer diye düşünürler. [İstiğrak, ilahî aşkla dünyayı unutup kendinden geçmek demektir.]

Bu arada, talebelerden Kadı Mahmud, (Bunun bir hikmeti vardır, bizim için hocamızın sözü önemli) der. İzin isteyip Çekirge’deki bağa gider. Asmanın birini sarsar, karlar döküldüğünde, salkım salkım üzümleri görür, bu hocamın kerameti diyerek, bir sepet üzüm toplayıp dergâha döner. Yolda gelirken de bir çukura düşer. Boğazına kadar su dolu bir çukurdur. Civarda kimse yoktur. Sepet ıslanmasın diye yukarıda tutup, Cenab-ı Hakka yalvarırken, çukurun başından bir ses gelir, (Ey Mahmud! Uzat elini de yukarı çekeyim) der. Başını kaldırdığında birisinin kendisine gülümsediğini görür. Elini uzatır. Yukarı çıktığında, bir anda o kimseyi göremez olur. Yine sepeti omzuna alarak süratle, dergâha gelir. Talebeler hayretler içinde üzümlere bakarken Üftade hazretleri, (Evlatlarım, biliyorum, bu mevsimde üzüm olmaz. Maksadım üzüm değil, benim sözüme mi, yoksa üzüme mi kıymet verdiğinizi anlamaktı. Üzüme peki diyenler kaybederler, hiç üzüm bulamazlar. Sözümüze peki diyenler, bulsa da kazanırlar bulmasa da kazanırlar. Şunu unutmayın, dine hizmette, hocasına hizmette, çok sıkıntı olur. Arkadaşınızın çukura düşüp, Hızır’ın kurtarması gibi... Çile çoktur ama ecri de çoktur.)

Böylece Kadı Mahmud, hocasının sözüne kıymet verip, Kadı Mahmud iken Aziz Mahmud Hüdai hazretleri oldu.

İnternet siteleri

Sual: İnternet sitelerine, dînî veya dinle alakası olmayan yazılar, fotoğraflar göndersek, sonra başkaları bunların altına uygun olmayan, dine aykırı yorumlar yazsalar, biz de bunlardan dolayı sorumlu olur muyuz?
CEVAP
Onların yazmalarına sebep olan, elbette günaha ortak olur.
Özellikle yorum yazma imkânı olan yerlere bir şey koymamalı. Böyle şeylerle meşgul olmak zaten uygun değildir. Yani yorum yapmasalar bile, malayani olur. İnternette faydalı siteler de olmakla beraber, lüzumsuz ve zararlı yayınlar çok daha fazladır. Burada, ihtiyacımız olan şeylere, gerekiyorsa maillerimize filan bakıp çıkmalıyız. Saatlerce internetle meşgul olmak uygun olmaz.

Dinlemek daha sevabdır

Sual: Kur’an-ı kerimi okumak mı, yoksa dinlemek mi daha çok sevabdır?
CEVAP
Kur’an-ı kerimi okumak sünnet, dinlemek ise farz-ı kifayedir. Sünnetin sevabı, farzın yanında denizde damla bile değildir. Din kitaplarında bildiriliyor ki:


1- Kur’an-ı kerimi dinlemek farz-ı kifayedir. İş gören, uyuyan ve camide namaz kılan veya vaaz veren yanında, yüksek sesle, Kur’an kerim okumaya başlamak günahtır. (Redd-ül-muhtar)

2- Camiye girince tehıyyet-ül-mescid olarak, iki rekât namaz kılmak, sünnettir. Kur'an-ı kerim okunuyorsa, sünnet olan bu namaz kılınmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimi dinlemek farzdır. Farz-ı kifaye için dahi, sünneti terk etmek evladır. (Eşbah şerhi)

3- Kitap okuyan veya iş yapan yanında Kur'an-ı kerim okumaya başlamak, onlar dinlemezse günah olur. Birinin okuyup, başkalarının sessizce dinlemeleri gerekir. İşi olanların dinlemeden işlerine gitmeleri günah olmaz. Kur’an-ı kerimi dinlemek, farz-ı kifayedir. (Halebî-yi kebir)

Farz-ı kifaye, bir kişi onu yapınca, diğerlerinden bu mesuliyet kalkar demektir. Yani bir kişi okunan Kur’an-ı kerimi dinlerse, başkaları dinlemeyip işlerine gidebilir, onlara günah olmaz. Ama orada dururlarsa dinlemeleri gerekir.

Kur’an-ı kerim okuyanı dinleyenler varsa, onların farz işlemelerine sebep olduğu için, Kur’an okuyan ayrıca sevaba kavuşur.

Sual: Bazı kimseler, (Sabah akşam okunan Hüvallahülleziyi, gece okunan Amenerresülünü, imamın okuması yetmez, herkesin kendisi okuması gerekir) diyorlar. Okunan Kur’anı dinlemek, okumaktan daha sevap olmaz mı?
CEVAP
Evet, dinlemek daha sevabdır. Okumak sünnet, dinlemek farzdır. Nafileler ve sünnetler, farzın yanında, deniz yanında damla gibi bile değildir. Başkası için namaz kılamayız, oruç tutamayız ama, Kur’an okuyup, sadaka verip sevabını ona bağışlayabiliriz. Bir sevabı kazanmak için illa onu kendimizin yapması gerekmez, başkası bizim için yaparsa bize de sevap olur. Mesela bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir müminin kabrini ziyaret ederken, Allahümme inni eselüke-bi-hurmet-i Muhammed aleyhisselam en la tüazzibe hazelmeyyit derse, o ölünün azabı kıyamete kadar kaldırılır.) [Etfal-ül müslimin]

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Ölülere, dua ile, istiğfar etmekle, onun için sadaka vermekle yardım etmek, imdatlarına yetişmek gerekir. İbrahim aleyhisselam, (Ey Rabbimiz, [kıyamette] hesap için ayağa kalkıldığı gün, beni, ana-babamı ve bütün müminleri mağfiret eyle) diye dua etmiştir. (İbrahim 41)

Bir müminin duası ile diğer müminlerin günahları affediliyor ki, böyle dua edilmesi emredilmiştir. Yine her gün namazda, (İbadillahissalihin) diyerek müslümanlara dua ediyoruz. Faydası olmasaydı, her tehıyyatta bunun okunması emredilmezdi.

Bir müminin cenaze namazı kılınırsa veya onun için dua ve istiğfar edilirse ölünün günahlarının bir kısmı veya tamamı affolur. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Bir müslüman ölür de, üç saflık bir cemaat namazını kılarsa, o mevta Cennete girmeye hak kazanır.) [Tirmizi, Ebu Davud]

(Ölmüş ana babanız için dua ve istiğfar edin!) [Hakim]

(Sadaka veren kimse, sevabını müslüman ana-babasına da niyet ederse, verdiği sadakanın sevabı, onlara da gider, kendi sevabından da bir şey eksilmez.) [Taberani]

(Bir kimse, başkasının yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz; fakat onun orucu ve namazı için fakiri doyurur.) [Nesai]

Tatarhaniyye’de, (Sadaka veren kimse, sevabının bütün müminlere verilmesi için niyet ederse, kendi sevabından hiç azalmadan, bütün müminlere de sevabı erişir. Ehl-i sünnet mezhebi böyledir) buyuruldu. (Redd-ül-muhtar)

Demek ki, birisi sadaka verse, sevabını bize bağışlasa biz de sevap kazanırız. Birisi Kur’an-ı kerim okusa biz de dinlesek, biz de okumuş sayılırız ve okuma sevabından daha fazla alırız.

Midye kültürü

Sual: (Midye ve ıstakoz yemenin günah olduğu düşüncesi, âdet ve göreneklerle ilgilidir. Deniz kıyılarında oturanlar, kültürlerinde olduğu için rahatlıkla yiyorlar; ancak denizden uzak yerlerde yaşayanlar bu kültürden yoksundur. Denizden çıkan her şeyin temiz olduğu yönünde bir de hadis olduğu için, midyenin haram olduğu söylenemez. Kur’anda da midye konusunda kesin bir hüküm olmadığı için rahatça yenebilir) diyerek, midye gibi deniz haşaratını yemek caiz olur mu?
CEVAP
Bu görüş birkaç bakımdan yanlıştır:

Birincisi, dinimizde tek delil Kur’an-ı kerim değildir. Hadis-i şeriflerle bildirilen hükümler de vardır. İki âyet-i kerime meali:

(Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7]

(O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157]

İşte müctehid âlimler, Kur’an-ı kerimin emrine uyarak, Resulullah efendimizin bu konudaki hadis-i şeriflerine de bakmışlardır. Kur’an-ı kerimde, köpek, fare ve yılan etinin haram olduğu bildirilmiyor diye, bunları yemek caiz olur mu? Bunların haram oldukları hadis-i şeriflerle bildirilmiştir.

İkincisi, müctehid olmayanların hadis-i şeriflere göre de amel etmeleri caiz olmaz. Mezhebinin bildirdiği hükme uyması vacib olur. (Denizin hayvanları helaldir) mealindeki hadis-i şerifi, Hanefî âlimleri, balık ve balık şeklinde olanlar hariç, deniz haşaratlarının yenmesinin caiz olmadığı şeklinde anlamışlardır. Hanefî olup da, mezhebinin hükmüne uymayan, mezhebinin hükümlerini beğenmeyen kimse, benim mezhebim var dese de, mezhepsizdir.

Netice: Midye ve ıstakoz gibi deniz haşaratının yenmemesinin gelenekle, kültürle, hayat tarzıyla hiçbir ilgisi yoktur. Hanefî mezhebinde olan Müslümanların, deniz kenarında da yaşasa, balık şeklinde olmayan yengeç, midye, istiridye, ıstakoz, kerevit, karides gibi deniz haşaratını yemeleri caiz değildir.

Mevlid, Müslümanların bayramıdır

Sual: Mevlid nedir, bid’at midir?
CEVAP
Mevlid, doğum zamanı demektir. Mevlid gecesi, Rebiul-evvel ayının 11. ve 12. günleri arasındaki gecedir. Peygamber efendimizin doğum günü, bütün Müslümanların bayramıdır.


Resulullah dünyaya gelince, amcası Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe, (Kardeşin Abdullah’ın oğlu oldu) diyerek kendisine müjde getirince, sevinmişti. (Ona süt vermek şartıyla, seni azat ettim) demişti. Bunun için, Ebu Leheb’in, her mevlid gecesinde, azabı biraz hafifler. Mevlid gecesi sevinen, o geceye kıymet veren müminler pek çok sevab kazanır. Hafız Muhammed ibni Cezeri Şafii diyor ki: (Ebu Leheb’e rüyada hali sorulduğunda, çok azap çekiyorum. Ancak, Resulullahın dünyaya gelişini müjdeleyen cariyemi sevincimden azat ettiğim için, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabım hafifliyor) dedi. Ebu Leheb gibi azgın bir kâfirin azabı hafifleyince, O yüce Peygamberin ümmetinden olan bir mümin, Onun doğduğu gece sevinir, malını uygun yerlere dağıtır, ziyafet verir, böylece, Peygamberine olan sevgisini gösterirse, Allahü teâlâ onu Cennetine sokar. (M. Nasihat)

Resulullah efendimiz, mevlid gecelerinde Eshab-ı kirama ziyafet verir, dünyayı teşrifindeki ve çocukluk zamanındaki şeyleri anlatırdı. Hazret-i Ebu Bekir de, halifeyken, Eshab-ı kiramı toplar, Resulullah efendimizin doğumundaki olağanüstü hâlleri konuşurlardı. Bugün veya ertesi gün oruç tutmakta mahzur yoktur. Tutmak iyi olur, sevab olur. İslam âlimleri mevlid gecesine çok önem vermişlerdir. Hazret-i Mevlana, (Mevlid okunan yerden belalar gider) buyurmuştur. Mevlid gecesi, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Hatta Mevlid gecesi Kadir gecesinden de kıymetlidir diyen âlimler de vardır.

(Allah, bir kimseye söz ve yazı sanatı ihsan ederse, Resulullahı övsün, düşmanlarını kötülesin) hadis-i şerifine uyularak, asırlardır mevlid kitapları yazılmış ve okunmuştur. Bunların asr-ı saadetten sonra yazılması, bid’at olmasını gerektirmez. Çünkü Resulullahı övmek ibadettir. Mevlid-i şerif okumak, Resulullahın dünyaya gelişini, miracını ve hayatını anlatmak, Onu hatırlamak, Onu övmek demektir. Her müminin, imanı gereği Resulullahı çok sevmesi gerekir. Çok sevmek kâmil müminin alametidir. Buhari’deki hadis-i şerifte, (Beni ana baba, evlat ve herkesten daha çok sevmeyen, mümin olamaz) buyuruldu. Mevlid okumak değil, mevlidde dine aykırı şeyler yapmak günahtır.

Mevlid kandili için oruç

Sual: Mevlid kandili sebebiyle oruç tutmak isteyenin, hangi gün tutması gerekir?
CEVAP
Bugün veya yarın tutulabileceği gibi, hem bugün, hem yarın veya hem yarın, hem de ertesi gün tutulabilir.

Mevlid kandili, Peygamber efendimizin doğum günüdür. Peygamber efendimiz, Pazartesi günü oruç tutardı. Sebebini sorduklarında, (Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyurdu. (Müslim, Ebu Davud, İ. Ahmed)

Yemekten önce ve sonra dua etmek

Sual: Yemekten önce dua etmek caiz midir?
CEVAP
Evet, yemekten önce de dua etmek caizdir. Besmele çekmek ve hayır bereket için dua etmek de yiyip içmenin sünnetlerindendir.
İbni Abbas hazretleri, Resulullah efendimizin (Yemeğe başladığınız zaman, Allahümme barik lena fihi ve etimna hayren minhü deyiniz)buyurduğunu rivayet etmiştir. Enam suresinin (Üzerlerine Allah’ın ismi anılmayanlardan yemeyin) mealindeki 121. âyetin, Besmelesiz kesilen hayvanların leş olacağını, yenmeyeceğini bildirmektedir. Bazı âlimler, (Diğer yiyecekleri yerken de Besmele çekiniz) manasının da bulunduğunu bildirmişlerdir. Burada Allah’ın adının anılması, yenecek yemeğin kudsiyetini, iyiliğini ve devamlılığını sürdürmek içindir. Böylece Allahü teâlâyı hatırlamış ve bu nimetlerin devamlılığını ve hayrını elde etmiş oluruz. Yemek yeme anı, insanların en çok gaflete düşeceği andır. Zira yemek, acıkan nefsi kendine en çok çeken, ona her şeyi unutturan nesnedir.

Yemekten önce elleri yıkamayı da ihmal etmemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Evinin hayrını isteyen, yemekten önce ve sonra elini yıkasın.)[İbni Mace]

Sual:
Yemekten sonra nasıl dua edilir?
CEVAP
Yemeğe başlarken besmele çekmek yani (Bismillahirrahmanirrahim) demek ve sonunda (Elhamdülillah) demek sünnettir.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yemekten sonra, "El-hamdü-lillahillezi etamena hazettaame ve rezekana min gayrı havlin minna ve la kuvveh" duasını okuyanın günahları affolur.)

(
Yiyip içtikten sonra, "El hamdü-lillahillezi atameni ve esbeani ve sakani ve ervani" duasını okuyan, anasından doğduğu günkü gibi günahsız olur.)

Peygamber efendimiz yemekten sonra
(El-hamdü-lillahillezi etamena ve sakana ve cealena müslimin) duasını okurdu.

Yemeklerden sonra, yukarıdaki duaları da içine alan şu duayı okumak daha uygundur:
(El-hamdü-lillahillezi eşbeana ve ervana min-gayrı-havlin minna ve la kuvveh. Allahümme at'imhüm kema at'amuna. Allahümmerzukna kalben takiyyen, mineşşirki beriyyen la kâfiren ve şakiyyen velhamdülillahi rabbilalemin)

Falcılık büyücülük nedir


Sual: Kâhinlik, falcılık, büyücülük nedir? Bunlara inanmanın hükmü nedir?
CEVAP
Kâhinlik, cinden bir arkadaş edinip, olmuş şeyleri ona sorup, ondan öğrenmek ve bunları başkalarına bildirmektir.

Cin ile tanışan falcılar, (Yıldızname)ye bakıp, sorulan her şeye cevap verenler böyledir. Bunlara ve büyücülere gidip, söylediklerine, yaptıklarına inanmak, bazen doğru çıksa bile, Allah’tan başkasının her şeyi bildiğine ve her dilediğini yapacağına inanmak olup, küfürdür. (Hadika)
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Uğursuzluğa inanan, kâhinlik yapan, kâhine giden, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir, Kur'an-ı kerime inanmamış olur.) [Bezzar]

İbni Ebi Zeyd hazretleri diyor ki:
(Cinci tarikatçıya inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek caiz değildir. Büyü çözene de para vermek caiz değildir.)

(Birgivi Vasiyetnamesi)nde, (Bir kimse, ben çalınanları, kaybolanları bilirim dese, diyen de, buna inanan da kâfir olur. “Bana cin haber veriyor, onun için biliyorum” derse, yine kâfir olur. Çünkü cin de gaybı bilmez. Gaybı yalnız Allah bilir) buyuruluyor.

Gaybı cin de bilmez
Kadızade, burayı şöyle açıklıyor:
(Gaybı, Allahü teâlânın vahy ve ilham ettikleri de bilir. Cin gaybı bilmez. Fakat cin, ben evliyadan duydum ki şöyle imiş derse, küfür olmaz. Ancak cinler yalan söyledikleri için onlar biz duyduk deseler de inanmamalıdır. Allahü teâlâ vahy yolu ile Peygamberlere gaybı bildirdiği gibi, ilham yolu ile de evliyaya ve müminlere de bildirir.)

İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
(Büyü; ilme, fenne uymayan, gizli sebepler kullanarak, garip işler yapmayı sağlayan ilimdir. Büyü öğrenmek de, öğretmek de haramdır. Müslümanları zarardan korumak için öğrenmek de haramdır.) [Redd-ül-muhtar]

Hayırlı iş yapmak için de haram işlemek [büyü çözmek için büyü yapmak] caiz değildir. (Hadika)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Büyü yapmak, küfre en yakın olan, en kötü haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Müslüman büyü yapmaz. Allah saklasın, imanı gittikten sonra büyü tesir eder.) [c.3, m.41]

İmam-ı Nevevi hazretleri buyuruyor ki:
(Büyü yaparken, küfre sebep olan kelime ve iş olursa, küfürdür. Böyle bir kelime ve iş olmazsa, büyük günahtır.)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Helake sürükleyen yedi şeyden biri büyüdür.) [Buhari]

(İpe üfleyip düğüm atan kimse, büyü yapmış olur. Büyü yapan da Allah’a şirk koşmuş olur.) [Nesai]

(Falcıya, büyücüye, kâhine giderek, onların söylediklerine inanan, Kur'an-ı kerime inanmamış olur.) [Taberani]

(Büyücüye inanan kimse, Cennete giremez.) [İ. Hibban]

(Gaibden haber vermek maksadı ile yıldız ilmi ile uğraşan kimse, büyücü gibi günaha girer.) [İbni Mace]

(Falcıya fal baktıran, onun sözüne inanmasa bile, kırk gün kıldığı namaz kabul olmaz.) [Müslim]

(Fal bakmak, yazı ve çizgi ile gelecekten haber vermek, puta tapmak gibidir.) [Ebu Davud]

(Karı-kocayı birbirine düşüren Allahü teâlânın lanetine uğrar.) [El-Envar]

(Ana ile evladın, kardeşle kardeşin arasını açana lanet olsun.) [İbni Mace]

(Kâhinlik yaparak alınan para haramdır.) [Buhari]

(İnsanı helâke sürükleyen şu yedi şeyden sakının:
1- Allah’a şirk koşmak,
2- Sihir yani büyü yapmak,
3- Katillik,
4- Faiz yemek,
5- Yetim malı yemek,
6- Cihadda savaştan kaçmak,
7- Evli ve namuslu bir kadına, zina etti diye iftira etmek.) [Buhari, Müslim]

Büyü, insanları hasta eder. Sevgi veya nefrete sebep olur. Yani cesede ve ruha tesir eder. Büyü, kadınlara ve çocuklara daha çok etki eder. Büyünün tesiri kesin değildir. İlacın tesiri gibi olup, Allahü teâlâ dilerse tesirini yaratır. Dilerse tesirini yaratmaz.

Şu halde, (Büyücü, büyü ile istediğini şüphesiz yapar, büyü muhakkak tesir eder) diyen ve inanan kâfir olur. (Allahü teâlâ takdir etmişse, büyü tesir edebilir) demelidir!

Sual: Büyü, sihir etki etmez diye inanıyorum. Doğru mu?
CEVAP
Yanlış. Büyü etki edebilir, mutlaka etki eder demek yanlıştır. Büyü ilaç gibidir. Bazen etki edebilir, insanı hastalandırır. Her ilaç da her zaman etkisini göstermez, göstermediği de olur. Yani ilaca da büyüye de tesir kuvvetini veren Allahü teâlâdır. Vermezse, ilaç da, büyü de tesir etmez.

Sual: Resulullaha da sihir yani büyü yapılmış, bu olay nasıl oldu?
CEVAP
Resulullah efendimiz, Medine’ye hicretinden önce, Medine halkı Abdullah bin Selul’ün etrafında toplanmışlardı. Resulullah Medine’ye teşrif edince, Medine halkı tamamen Ona hürmet ve alaka gösterdiler. İbni Selul’ü bıraktılar. Bunun üzerine Resulullahı öldürmek için harekete geçti. Yahudiler onun yanına toplandılar. Bazı planlar yaptılar. Lebid bin Asım’dan yardım istediler. Lebid, falan mahallede Hayre adında sihir yapmakta çok ileri yaşlı bir kadın var, onu bulun dedi. Bulup o kadına çok para verdiler. Yaşlı kadın bir güvercin yavrusuna iğneler batırıp, 11 düğüm yaparak güvercin yavrusunun üzerine sardı. Medine’nin dışında harap bir kuyunun içine koyup, ağzını kapattı.

Resulullah efendimiz hastalandı. Azaları hareketsiz kaldı. Bu hâl 9 gün devam etti. Sonra Cebrail aleyhisselam geldi, durumu haber verdi. Resulullahı oraya götürdüler. Kuyuyu açıp güvercini çıkardı. Fakat düğümleri çözemediler. Cebrail aleyhisselam Muavvizeteyn [Kul Euzü] surelerini getirdi. Resulullah bu sureleri o düğümlerin üzerine okudu. Her âyeti okudukça bir düğüm çözüldü. İki suredeki 11 âyet okununca, 11 düğüm de çözüldü. Resulullah efendimiz hastalıktan tamamen kurtulup, sıhhate kavuştu.

Sual: Cin insana geçmişte olan olayları bildirebilir mi?
CEVAP
Cin gördüklerini anlatabilir, gaibden haber veremez. İnsanlar da gördüklerini anlatırlar. Cinlerden görmediklerini söyleyenler çıkabilir. Kibirli yalancı olanları vardır, onlara güvenilmez.

Sual: Cinci hocaya büyü çözdüğü için para vermek günah mıdır?
CEVAP
Cinci hocaya inanmak, insanı cinden kurtardığına inanarak, ona ücret vermek caiz değildir. Büyü çözene de para vermek caiz değildir.

Sual: Âyetler okunup ipliğe düğüm atılıyor. Kötülerin şerrinden korunmak için dua ediliyor. Büyüye girer mi, caiz mi?
CEVAP
Büyüye girer, caiz değildir.

Bio enerji
Sual: Bio enerji veya benzer yollarla, beynin kapasitesini arttırarak, normalde insanların yapamadığı şeyleri yapmanın veya gaybı görmenin dinde yeri var mıdır, yoksa bunlar sihir midir?
CEVAP
Bir tekniğe dayanıyorsa mahzuru olmaz; fakat tekniğe dayanmıyorsa, sihir yani büyü olur. Beynin kapasitesini arttırarak, bir takım tekniklerle normalde görülemeyen şeyleri görmek, gaybı görmek demek değildir. O şekilde görülenler gayb olmaz. Mesela günümüzde, ultrasonla anne karnındaki çocuğun cinsiyeti görülebiliyor. Eskiden bilinemiyordu. Ultrasonla bunu gören doktor için, gaybı biliyor denmez.

Sual: Bir cinci hocaya gittim, benden kesilmiş tırnak parçalarımı istedi, vereyim mi?
CEVAP
Öyle yerlere gitmeyin ve vermeyin. Kesilen tırnakları gömmek iyi olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Saç ve tırnağınızı toprağa gömün, büyücüler onlarla sihir yapmasın!) [Deylemi]

Sual: Sihir nedir?
CEVAP
İnsanların bütün işleri, âdet-i ilahiyye içinde meydana gelir. Allahü teâlâ, sevdiği insanlara ikram olmak için, âdetini bozarak, sebepsiz şeyler yaratır. Bunlar enbiyadan meydana gelirse Mucize, evliyadan meydana gelirse Keramet, diğer müminlerden meydana gelirse Firaset, fasıklardan meydana gelirse İstidraç, kâfirlerden zuhur ederse Sihir denir.

Iraklı bazı kimselerin ağızlarına ateş almalarına, avurtlarına şiş sokmalarına keramet diyenler çıkıyor. Allahü teâlâ, böyle kimselerin Hazret-i Musa zamanında da bulunduğunu, bunların sihir olduğunu bildiriyor. Böyle göz boyamak haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir kişinin havada uçtuğunu, denizde yürüdüğünü veya ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat dine uymayan bir iş yapsa, keramet ehliyim dese de, onu büyücü, yalancı, sapık ve doğru yoldan saptırıcı bilin!) [El-Münire]

Sual: TV’de gördük. Efsun yapılanı akrep sokmuyormuş. Efsun nedir?
CEVAP
Efsun, fen yolu ile tecrübe edilmemiş, manası bilinmeyen veya küfre sebep olan şeyi, hasta olmamak veya hastalığı tedavi için okuyup üflemek demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Efsun yapan tevekkül etmemiş olur.) [Nesai]
Efsunun büyüye, yani sihre benzeyen tarafı vardır. Bunlarla uğraşmak caiz değildir.

Resulullahı övmek ibadettir


Sual: Mevlid okumak bid’at midir?
CEVAP
Mezhepsizler, Resulullah efendimizi öven ve ondan şefaat isteyen Müslümanlara müşrik damgasını basıyorlar. Bunu açıkça söyleyemedikleri için, mevlide bid’at diyorlar. Resulullahı övmek bid'at olmaz. Bu övgüden ancak Allah’ı sevmeyen rahatsız olur; çünkü Allahü teâlâ Onu övmektedir:

(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]

(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.) [Sebe 28]

(Senin için bitmeyen, sonsuz ecir vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin.) [Kalem 3-4]

(Allah ve melekleri, Resule salevat getiriyor. Ey iman edenler, siz de salevat getirin!) [Ahzab 56]

Erkek kadın karışık olmadan, çalgı, müzikli ilahi ve başka haram karıştırmadan, Allah rızası için okumak, salevat-ı şerife getirmek, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmek müstehabdır. (Ni'met-ül kübrâ, Hadika, M. Nasihat)


Mevlid okumak sevabdır

Sual: İmam-ı Şarani, (Mevlid cemiyetleri bid’attir), İbni Abidin de, (Ölünün arkasından 7, 40 ve 52. gecelerinde mevlid okutmak ölüye işkence olur) diyormuş. Mevlid okumak niye işkence oluyor ki?

CEVAP

Ne İmam-ı Şarani, ne de İbni Abidin hazretlerinin kitaplarında böyle bir ifade yoktur. Olsa bile, bunlar mevlid-i şerifin bid’at oluğunu göstermez. O geceleri tayin ederek ölü için Kur’an okumak da günahtır. Dinimizde 7, 40 ve 52. gece diye bir şey yoktur. Bayram günleri oruç tutmak da günahtır. Suç oruçta değil, orucu, oruç tutulması haram olan bir günde tutmaktır. Kabahat mevlidde veya Kur’anda değil, bunları yanlış yerde okumak uygun olmaz.

Minarede yakılmak için yağ adamak batıldır. Seyyid Abdülkadir’e yağ adarlar da, minarenin doğu tarafına yakılır. Bundan daha çirkini de, minarelerde mevlid okutmayı nezrederler. Hâlbuki bu mevlide çalgı katıyorlar, şarkı ve oyun gibi şeyler karıştırıyorlar. (Redd-ül muhtar)

O günkü mevlidlerde de, bugünkü bazı mevlidlerde olduğu gibi teganni ve uygunsuz şeyler de var imiş. Onun için bu iki büyük âlime isnat edilen yazılarda, mevlid kötülenmiyor, haram işlenen mevlid cemiyetleri kötüleniyor. Bugün de mevlidlere bid’at karıştırılıyor. Kadın erkek beraber oturup dinliyorlar. Böyle mevlid okumak uygun değil demek, Mevlidin kendisi kötü anlamına gelmez. Mevlid, Resulullah efendimizi övmektir ve ibadettir.

Hicran Teyze

Güzel bir cumartesi günüydü. Sibel pencereden dışarı bakıyor, bir taraftan da kahvaltı yapıyordu. (Ne güzel bir hava! Herkes dışarıda geziyor, çocuk sesleri sokağı dolduruyor, ben ise evde yalnızım. Allah’ım bana dinini bilen bir eş nasip eyle, kurtulayım bu hayattan, içinde bulunduğum bu koşuşturma bitirdi beni. Sen bana acı yarabbi!) diye dua etti. Duygulanmıştı Sibel. Gözleri nemlendi, elleriyle gözlerini sildi. Toparlamalıyım kendimi, Hicran teyzemi bir arayayım, evdeyse ona gideyim, biraz dertleşir açılırım diye düşündü.
Telefon ederek ziyarete gelmek istediğini bildirdi.

Hicran hanım, çok eski bir aile dostlarıydı. İki aile memuriyet yıllarında aynı şehirde olmaları sebebiyle tanışmışlar, dost olmuşlardı. Emeklilik yıllarında da dostlukları devam etmiş, farklı şehirlerde olmalarına rağmen gidip gelmişlerdi. Hicran hanım, din kitapları okumayı seven, saliha bir hanımdı. Annesinin kapanmasına ve Kuran-ı Kerim öğrenmesine vesile olmuştu. Belki de bu sebeplerden dolayı, aileler arasında bir gönül bağı oluşmuş, muhabbetleri devam etmişti.

Sibel üniversiten hemşire olarak mezun olunca, ilk ataması Tokat’a yapıldı. Hicran hanımların da aynı memlekette olmaları, ailesini daha bir cesaretlendirerek, kızlarını Tokat’a göndermeyi kabul ettiler. Sibel hastaneye gittiğinde başhekim, örtülü olamayacağını söyleyince ailesi, (Bu kadar okudun, buraya kadar geldin, geri dönemezsin artık, devam edeceksin) dediler. Bu olay üzerine, zaten eve dönmek istemeyen Sibel başını açarak çalışmaya başladı. Ailesi Sibel’i Hicran hanıma emanet ederek memleketlerine döndüler.

Sibel, kendine ait küçük bir ev tutup azdan çoktan biraz eşyayla evini döşedi. Ara sıra ailesi de gelerek yanında kalıyor, sonra tekrar memleketlerine geri dönüyorlardı. İşte Sibel ne zaman daralsa, Hicran teyzesine gider, içini döker, Hicran teyzesinin sohbet ve nasihatleriyle rahatlardı. Tokat’a geleli 3 yıl olmuş, Sibel hem şehre, hem de arkadaşlarına iyice alışmıştı. Hicran hanım, onu kendisi gibi çalışan birkaç genç kızla tanıştırmış, hep birlikte Hicran hanımda Cumartesileri toplanıp çay içiyorlar, sohbet ediyorlar, bir yandan da ilmihal bilgileri öğreniyorlardı. Bu toplantılar, diğer kızlar gibi, Sibel’in de iple çektiği günler oluyordu. Hem bir şeyler öğreniyor, hem de birbirlerinin sıkıntılarını paylaşıyorlardı. Bir araya geldiklerinde, hepsinin ortak sorunu, çalışmanın getirdiği zorluk, yorgunluk ve hayattan duyulan bıkkınlıktı. Dini bilgileri öğrendikçe, dinimizin emir ve yasaklarının insanlar için birer nimet olduğunu, bu dini bilgileri bilen ve uyan beylerle evlilik hayatının ne kadar güzel ve kolay olacağını söyleyerek, böyle beylerle evlenmek istediklerini her fırsatta ifade ediyorlardı.

Sibel çabucak hazırlandı, Hicran teyzesiyle sohbet harika oluyordu. Gidene kadar, (Şu Hicran teyzem olmasa ben kime giderdim) diye düşünüp dualar etti içinden. Zile bastı, beklemeye başladı, bir müddet sonra kapı açıldı.

— Aman benim güzel kızım gelmiş, hoş geldin.

— Selamün aleyküm Hicran teyzeciğim.

— Ve aleyküm selam güzelim, geç bakalım içeriye!

— Şey, bir şeyler getirmiştim yeriz diye.

— Ne zahmet ettin be yavrum, ben yapmıştım bir şeyler. Eee, anlat bakalım, nasılsın iyi misin, annenlerden haberin var mı, onlar nasıllar?

— Hepimiz iyiyiz çok şükür. Size gelmeden önce, annemle konuştum çok selamları var.

— Ve aleyküm selam. Konuştuğunda benimde selamlarımı ilet, olur mu? Gelmiyorlar mı buraya?

— Şimdilik gelme niyetleri yok. Belki daha sonra gelirler. Zaten şimdi gelmesinler. Bu aralar nöbetlerim çok sıkışık, ayrılan hemşireler oldu, sayı azalınca nöbetler sıklaştı.

— Eh ne diyelim, darısı sana. İnşallah sen de bu yorucu hayattan bir an önce elini eteğini çekersin. Şu haline bak koşturmaktan, uykusuzluktan gözlerinin önü çökmüş. Bir deri bir kemik kaldın be yavrum, çok üzülüyorum senin için.

— İnşallah Hicran teyzeciğim. İnanın, ben de çok arzu ediyorum; ancak durumumu biliyorsunuz. Dinini doğru olarak bilen bir talip çıksa hiç tereddüt etmeyeceğim. Hemen işten ayrılıp kapanacağım, evimin hanımı olacağım, siz de benim için dua edin ne olur?

— Ah yavrum, hiç etmez olur muyum, ediyorum. Hem de diğer kızlara da beş vakit. Ancak seninle de daha önce konuşmuştuk bu konuyu. Örtünmek için, evlenmeyi beklemek yanlıştır. Ayrıca biliyorsun, senin şu içinde bulunduğun görüntü karşısında, sana salih bir talibin çıkması imkânsızdır. Hadi çıktı diyelim, sen onun, istediğin gibi birisi olacağını mı düşünüyorsun? Dinin emirlerini bilen birisi, hanımının başının açık olması günahının kendine de yazılacağını bilmez mi? Bunu göze alamaz elbette. Demek ki… Ah, kapı çaldı. Ben kapıya bakayım, sonra devam ederiz.

— Ben bakayım mı Hicran teyze?

— Yok, yavrum sağ ol! Ben bakarım, hem sürprizi bozulmasın.

— Ben geldim hicran teyze.

— Hoş geldin, ne güzel, ne güzel! İki sevdiğim insanla güzel bir gün geçireceğim inşallah, geç içeri de anlat, neler oldu?

— Aaa, Sibel de buradaymış hoş geldin.

— Sen de hoş geldin Zeliha.

* * *

— Nasıl, güzel bir sürpriz oldu değil mi Sibelciğim?

— Haklısın Hicran teyze, galiba tek sıkılıp bunalan ben değilmişim.

— Şey, aslında Zeliha onun için gelmedi. Ne dersin Sibel’e de söyleyelim mi Zelihacığım?

— Tabii ki, ben her şeyi paylaşırım Sibel’le zaten. Sizden sonra Sibel’e giderek ona da anlatacaktım. Mademki hepimiz buradayız…

* * *

— Ay şimdi bayılacağım, anlatın artık neler oluyor? Kız, yoksa evleniyor musun?

— Eee, tabii ki seni mi bekleyecektim? 30 yaşındayım artık olsun o kadar.

— Siz ciddi misiniz, yoksa benimle eğleniyor musunuz?

* * *

— Anlat artık Zeliha kızım, görüştün mü oğlanla neler oldu.

— Görüştüm Hicran teyzeciğim görüştüm ama…

— Aması ne? Olmadı mı yoksa?

— Maalesef olmadı.

— Neden beğenmedin mi?

— 30 yaşımı doldurdum. Bu yaştan sonra insan, beklentilerini ve kıstaslarını düşürüyor. Ben sadece dinini bilen ve yaşayıp yaşatacak olan birisi olmasını istiyordum, benim tek ölçüm buydu. Olacağını zaten düşünmüyordum; ama ailem namazını kılan birisi diye çok ısrar ettiği için görüşmeyi kabul ettim. Karşı taraf öyle bir şey söyledi ki elim kolum bağlandı.

— Ne söyledi peki?

— Önce bana evlilik adına ne beklediğimi sordu. Ben de, (Ben namazlarımı kılıyor, dinimi öğrenerek uygulamaya çalışıyorum. Evleneceğim kişinin de dinini bilen, yaşayan, bana da yaşatacak birisi olmasını isterim. Sonra hemen işten ayrılıp kapanacağım ve evimin hanımı olacağım) dedim. Bana ne dedi biliyor musunuz? (Eğer bu söyledikleriniz ve istedikleriniz doğruysa, neden şimdi yapmıyorsunuz) dedi. Bu sözler karşısında ne diyeceğimi şaşırdım. Nasıl söylenir böyle bir şey Hicran teyze? Ben kendim söylüyorum, kapanıp evimin hanımı olmak istediğimi, yani kendim istiyorum, neden yalan söyleyeyim ki?

— Peki, sonra ne oldu kızım?

— Sonra, (Madem böyle düşünüyorsunuz, o zaman samimi olduğunuzu gösterin ve hemen icraata geçin) dedi.

             — Çok güzel söylemiş. Niye tamam diye cevap vermedin?

Daha önce de size söylemiştim Hicran teyze, ben dediklerimi bir başkası için değil, Allahü teâlânın emri olduğu için yapmak isterim. O yüzden hemen olmuyor. Hiç umudum kalmadı Hicran teyze. Ehl-i sünnet bir bey gelse de, beni şu keşmekeş hayattan çekip kurtarsa diye beklemek, ne bileyim...

             — Elindeki nasibi kaçırıyorsun. Benim başka diyeceğim bir şey yok.

* * *

— Bakın güzellerim. İkiniz de aynı dertten muzdaripsiniz. Sizi birlikte yapan, birbirinizi bu kadar sevmenize sebep olan şey, aynı büyükleri sevmeniz, aynı dili konuşmanız, sıkıntılarınızın aynı olması ve aynı şeyleri istemeniz yani ortak yönlerinizin çok olması, öyle değil mi? Eğer evlilikte de bu aynılar çok olursa mutlu olursunuz. Aslında konuştuğun kişi doğru söylemiş. Neden bozuluyorsun ki? Görüntünle düşündüklerin aynı olsaydı o zaman tamamdı. Böyle düşünüyorum ama böyle görünüyorum dersen samimi olmaz, doğru olmaz. Ben Rabbimi seviyorum deyip de, onun sevmediği şeyleri yapmak, nasıl sevgi olarak kabul edilir? Şimdi diyorsunuz ki, biz sizi çok seviyoruz. İyi güzel. Söylenilen şey size zor gelse de yapıyorsanız, gerçekten sevdiğiniz anlaşılır. İkinizden bir şey istenecek olsa, kim daha çabuk yapmak için hareket ederse, işte o ötekinden daha çok seviyor demektir. İslam âlimleri diyorlar ki, sevmek itaat etmektir, sevgide de itaatteki çabukluğa yani sürate bakılır. Demek ki sevgi itaattir, itaatteki süratle ölçülür. Peki, ne yapmak gerekir?

Kızlarını ikisi birden,

— Evet, ne yapmak gerekir Hicran teyze? dediler

— Sevgimizi göstermek gerekir. Sevgi fedakârlık ister. Neden fedakârlık yapacağız? Nefsimizden yani kendimizden vereceğiz. Şimdi sizler çalışıyorsunuz. Amirleriniz size, şu işi çok güzel yapmışsın dese, aferin dese ne kadar mutlu olursunuz, öyle değil mi? Peki, geçici olan şu dünyada aferin dense ne kazanırız, belki de en fazla bir maaş ikramiye. Onu da harcarız, biter, gider. Her şeyin yaratıcısına her an muhtaç olduğumuzu bildiğimiz halde, neden onun sevgisini tercih etmeyiz, onun sevgisini kazanmaya uğraşmayız? Oysa onun sevgisi geçici değil. Onun verdiği mükâfat geçici değil. Harcanıp bitecek bir şey değil, sonsuz. Sadece ahirette bize kulum dese yetmez m?

Yine kızlar,

— Elbette en büyük nimete kavuşmuş oluruz, dediler.

— Bir talebe hocasına gitmiş, efendim benim kemale erebilmem yani olgunlaşabilmem için bir himmet etseniz demiş, hocası (Evladım önce gayret, sonra himmet) demiş. Demek ki, önce biz gayret edeceğiz, sebeplere yapışacağız, sevgimizi göstereceğiz, sonra İslam âlimlerinden himmet isteyeceğiz. Göreceksiniz, Efendimiz, Eshab-ı kiram ve İslam âlimleri vesile edilerek yapılan duaları Rabbim kabul eder. Yeter ki biz samimi olalım. Ayrıca, ben insanlar için yapmıyorum, Rabbim için yapıyorum, bunun için hemen olmuyor demek de uygun olmaz. Elbette Allah için yapacağız; ama buna insanlar da vesile olabilir. Bu, insanlar için yapmak demek değildir. Yani neticede, sebep ne olursa olsun, hiç beklememek, Rabbimizin emirlerini hemen yerine getirmek gerekir. Aaa, hadi hiç kimse bir şey yememiş, hadi bakalım çaylarınızı tazeleyeyim.

— Bizi mahcup ediyorsunuz Hicran teyze lütfen siz oturun biz hizmet ederiz.

— Eh, peki o zaman. Hadi bakalım, Müslüman ümitsiz olmamalıymış. Ümitli olacağız, duaya devam edeceğiz, tamam mı güzellerim?

— Tamam Hicran teyze.

— Bir şey sormak istiyorum. Ben öğretmenim, etrafımdakiler bana, (Sen başarılı bir öğretmensin, bu şekilde hizmet etmiş oluyorsun. Neden ille de ayrılacağım diyorsun. Hem evli barklı çocuk sahibi birçok hanım var. Onlar her ikisini bir arara da götürüyor, sen de götürürsün, ne olacak ki... Çocuğuna kreş zamanına kadar annen bakar, sonra kreşe verirsin. Kimse sana namazını kılma demiyor. Pekâlâ, hem dinini hem de dünyanı birlikte götürürsün) diyorlar. Siz ne dersiniz?

— Bakın etrafımızdakilerin anlayamadıkları bir husus var. İslamiyet kadınların günah işleyerek çalışmasını yasaklamamış, buraya dikkat edin. Harama bulaşarak çalışılmaz.

— Ama Hicran teyze, harama bulaşmadan çalışmak mümkün değil ki... Hiç olmazsa müdür erkek, okulun hizmetlisi erkek, hadi o da olmadı veliler, hadi o da olmadı gidip gelirken karşılaşılanlar. Kısaca harama bulaşmadan para kazanmak mümkün değil, ne yapacağız o zaman?

— Dinimizde çalışıp ailesini geçindirmek vazifesi erkeğe aittir. Dinimiz kadını çalıştırmaya mecbur bırakmamıştır; ama kadın günah işlemeden istediği işte çalışabilir. Evde oturarak yapılan işler de var. Dantel ör, sat, dikiş dik, yazma oyası yap. Zaten senin rızkını Rabbim baban eliyle gönderiyor, evlenince de beyinin eliyle gelecek. Allahü teâlâ rızka kefil ve bu rızklar ezelde takdir ve taksim edilmiş. Eksilmez çoğalmaz. Ancak insanlar rızklarına kavuşabilmek için tercihte bulunuyorlar. Şimdi sen evinde otursaydın bu rızkın sana gelmeyecek miydi? Kitaplarda geleceği söyleniyor, vaat ediliyor. Ama sen rızkına bu yolla kavuşmayı tercih ediyorsun. Bir başkası farklı yoldan kavuşuyor. Kimisi sıkıntı ve meşakkatlerle kimisi rahat bir şekilde rızkına kavuşuyor. Her şeyin yatıcısı ve tek hâkimi olan Allahü teâlânın, yapmamızı emrettiği farz olan işleri yaparken bile haram işlenecekse o farzı tehir ediyoruz. Demek ki haramdan kaçmak her şeyden önce geliyor. Dinimiz para kazanarak evini geçindirme yükünü erkeğin omuzlarına yüklemiş. Kadının böyle bir mecburiyeti yok. Kadın beyinin getirdiklerine razı olur, beyine itaat eder, çocuklarını dine uygun yetiştirir, kendi de dinin emirlerini yaparsa, istediği her şeyi Allahü teâlâ onun ayağına gönderir. İslam âlimleri böyle bildiriyor kitaplarda. Yeter ki kanaat edelim, israf etmeyelim, yeter ki dine uyalım, yeter ki samimi olalım, hem ömrümüz, hem malımız bereketlensin.

Kızlar, lafa daldık ikindi vakti çoktan girmiş haydi namazlarımızı kılalım.

— Kıldıktan sonra ben hemen çıkayım annemler merak ederler.

— Sen bilirsin Zelihacığım.

* * *

Namazlar kılınmış dualar edilmişti. Kızlar çoktan namazı bitirmişler Hicran hanımın duasının bitmesini bekliyorlardı. Hicran hanım kızları için uzun uzun dua etti. Arkasını döndüğünde, kızlar giyinmiş kendisini bekliyorlardı.

— Demek hazırlandınız, sen nereye Sibel?

— Ben de Zeliha’yla çıkayım Hicran teyze. Hava kararmadan evde olmalıyız. Yolda Zeliha’yla konuşa konuşa gideriz.

— Çok haklısın. Hadi bakalım selametle gidin, konuştuklarımızı salim kafayla evde tekrar düşünün! Bir gün doğru kararı verip ona göre hareket edeceğine inanıyorum. Ancak o “bir gün” hep geciktikçe, yarın ahirette siz zararlı çıkacaksınız. Allahü teâlâ sizi doğru yolda bulundursun, ahir ve akıbetimizi hayreylesin…

Zeliha, (Yarın yaparım diyenler helak olmuştur) hadis-i şerifi düşünerek, bugünden tezi yok dedi ve hemen, yolda rastladığı bir dükkândan bir eşarp alarak başını kapattı. Sibel, evlenmen için mi kapandın diye sorunca, (Hayır, Allah rızası için kapandım, evlenme olur olmaz, o önemli değil) dedi. Onlar böyle konuşurken karşıdan, talip olan gençle karşılaştılar. Genç delikanlı dikkatlice Zeliha’ya baktı ve onu tanıdı. (Samimi olduğunu gösterdin Zeliha) dedi. O da, (Ben Allah rızası için kapandım, evlilik olsun olmasın fark etmez, önemli olan dinimi yaşamamdır) dedi.

Genç delikanlı, Zeliha’nın hiç açılmadığını görünce, samimi olduğuna kanaat getirip yeniden evlenme teklifinde bulundu. Çok geçmeden evlendiler. Çok mutlu bir hayat sürdüler.

Sibel ise, çalışmazsam perişan olurum endişesiyle başını kapatmaya cesaret edemedi. Hayatı maddi ve manevi sıkıntılar içinde geçti.

Z. Alkan

Deccal gelince

Sual: Hadis kitaplarında bildirildiğine göre, Sahabe Deccal’ın ne kadar kalacağını sorunca Resulullah, (Kırk gün kalır; fakat ilk günü bir sene gibi, ikinci günü bir ay gibi, üçüncü günü bir hafta gibi, diğer günleri de sizin günleriniz gibi olur) buyuruyor. Bu akla uygun mudur? Hiç, bir gün, bir sene olur mu? Dünyanın dönüşü bellidir. Elbette bunun tevil edilmesi gerekir. Mehdi ve Deccal manevi şahsiyetlerdir, insan olarak gelmeyeceklerdir. Bunları tevil etmeden yazmak yanlış değil mi?

CEVAP
Yanlış değildir. Bunlar tevili gerektirmez. Bu husus Eshab-ı kirama söylenince, bunun tevili nedir dememişler, (Yâ Resulallah! O zaman bu bir sene gibi olacak günde, bir günün namazı bize kâfi gelecek mi?) diye sormuşlardır. Cevabında, (Hayır, günün miktarını takdir edersiniz) buyurmuşlardır.

Demek ki, bir gün bir yıl gibi uzun olacaktır. Âlimlerimiz, kutuplar gibi, altı ay gece, altı ay gündüz olan yerlerde veya daha kısa, daha uzun olan yerlerde, böyle takdirle namaz kılınması ve oruç tutulması gerektiğini bildirmişlerdir. Yani belli bir saat oruç tutulur, belli saat aralığıyla namazlar kılınır. Bir gün bir yıl gibi uzun olmasaydı, namazı böyle kılın buyurmazdı.

7- Şükür geçidi

Çok önemli altı engeli geçtik. Şimdi bu büyük nimetlere karşılık, Allahü teâlâya şükretmeli, Ona olan minnet borcumuzu ödemeye çalışmalıyız! Nimetler, şükredilirse devamlı olur. Şükredilmezse yok olur. Bir hadis-i şerifte, (Nimet, yabani bir kuştur. Uçup gitmemesi için, ayağını şükürle bağlayın) buyuruldu. Nimet iki kısımdır:

1- Dünyevi nimetler: Faydalı şeylere kavuşmak ve zararlı şeylerden korunmak.

2- Dînî nimetler: Hidayete ermek, küfür ve bid’atten korunmak.

Şükür, Allah’ın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, gizli açık Allah’a itaat edip günahlardan kaçınmaktır. Kişi, Rabbinin verdiği nimetleri günaha vasıta kılarsa, şükretmiş olmaz.

Bir hükümdar, bir hizmetçisine, çok değer verse, ona saray yaptırıp, emrine de hizmetçiler tahsis etse, (Bu nimetlere karşılık günde sadece bir saat hükümdara hizmet edeceksin, diğer saatlerde serbestsin) dese, hizmetçi bu bir saati, diğer hizmetçilerin elindeki, birkaç kuruşu almak için, yalvarmakla geçirse, hükümdar buna ne der? (Bu hizmetçi, yapılan ikramın değerini takdir edemeyecek kadar aşağı biri. Bunu kapımdan kovun) demez mi? İşte insanlar, nefislerine uydukları zaman, bu hizmetçinin durumuna düşerler. En büyük nimet, salih Müslüman olmaktır. Verilen bu nimetler elden çıkarsa, büyük felâket olur. Çünkü en acı ve en güç şey, sevildikten sonra itibardan düşmektir. Allahü teâlâ sana Müslümanlığı nasip ettiğine göre, Onun yanında itibar sahibisin. Bu nimetlerine şükretmezsen, itibardan düşer, kapısından kovulabilirsin. Bu nimetleri saymak mümkün mü? Nimet bollaştıkça şükrü zorlaşır.

Bir defa nefes alıp vermesek ölürüz. Bu hava nimetine günde kaç kere şükrediyoruz? Bedavadan elde ettiğimiz için, şükrü hatırlamayız bile. Rahat nefes alabilmenin kıymetini bilebilmek için astımlı mı olmak gerekir? Bir astımlı rahat nefes alabilmek için, görürken kör olan bir âmâ görebilmek için, konuşurken lal olan konuşabilmek için, kolları varken kopan, ayakları sağlamken felçli olan, duyarken sağır olan, tekrar eski nimetlerine kavuşabilmek için, bütün varlıklarını vermeye hazırdır. Bu nimetlere sahip olan insanların şükredebilmeleri için, bu nimetlerden yoksun olmaları mı gerekir? Akıl nimetini düşünelim, akılsızın hâlinden ibret almak ve Rabbimizin verdiği sayısız nimetlere, her an şükretmek gerekir. Bir kişi, akıllı ama âlim değilse, âlim ama ilmiyle amel etmezse, ilmiyle amel eder; ama ihlâslı değilse, ihlâslı; ama akıbetini düşünmezse, bunlara çok şaşılır.

Ticarette ırk, din farkı olmaz

Sual: Ticaretle uğraşıyor, ithalat ve ihracat yapıyorum. Müşteriler içerisinde her milletten insan var. İngilizlerle Yahudilerle ticaret yapılması uygun değil deniyor. Böyle bir şey var mı?
CEVAP
Öyle bir şey yok. Dinimizde, ticarette ırk ve din ayrımı yoktur. Her milletten, her dinden insanlarla alış veriş yapmakta, hatta onların işinde çalışmakta mahzur yoktur.



Tarih boyunca Müslüman ülkelerdeki gayri müslimler, İslam devletinin himayesinde gayet rahat idiler. Onların ne dinine karışılıyor, ne de ibadet etmelerine mani olunuyordu. İstedikleri sanat ve ticaret ile serbestçe uğraşıyorlardı.

Dinimiz, ilmi, sanatı, ticareti, ziraatı emretmiştir. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah, alış verişi helal, faizi haram kıldı.) [Bekara 275]

Dâr-ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül-muhtâr, Redd-ül-muhtâr) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus Mecma’ul-enhür ve Dürer’de de, (Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur) hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile almak mubahtır. Ama mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir.

Kilise tamirinde çalışmak da mekruh değildir. Zira, bu işin kendisi günah değildir. (Bezzaziyye)

İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Ücretle kâfirin şarabını taşımak, domuz çobanlığı yapmak, kilise tamir etmek ve Hıristiyan’a zünnar [papaz kuşağı] gibi küfür alametlerini satmak imam-ı a’zama göre caizdir. (Redd-ül muhtar)

Eski hak dinlerde de kâfir ülkesinde çalışmak ve kâfire hizmet yasak değil idi. Dinimizde de yasak değildir. Şimdiki Müslümanların Avrupa’ya çalışmaya gitmesi gibi, Mekke müslümanları da Habeşistan’a hicret etmişler, orada gayri müslimlerin işlerinde çalışmışlardı.

Yusuf aleyhisselam, Peygamber olduğu halde, kulların sıkıntıda olduğunu görüp, hükümet reisi kâfir iken, ona giderek vazife istedi. Böylece, insanlara hizmet etti. O halde, kullara hizmet edeceğini bilen ve bunu kendinden başka yapacak kimsenin bulunmadığını gören, bu vazifeye bir zâlimin geçmesini önlemek ve Müslümanlara hizmet etmek için, kâfir olan âmirden bile vazife istemelidir.

Peygamber efendimiz vefat ettiği zaman, bir demir zırh ceketi, otuz kilo arpa için, bir Yahudi’de rehin bırakılmış bulundu. Hazret-i Ali de vefat ederken, dünya malı olarak, geride Düldül adındaki, Resulullah efendimizden kalan katırı ile, Zülfikar adındaki kılıcı ve mübarek gömleği kalmıştı. Bunlar da, bir Yahudi’de rehin, yani ipotek idi.

Kâfirlerin yaptığı malları, ürettiği gıdaları, elbiseleri kullanmakta veya onlarla ticaret yapmakta bir sakınca yoktur. Başta Peygamber efendimiz olmak üzere, eshabı kiram ve 14 asır boyunca âlimiyle evliyasıyla bütün Müslümanlar kâfirlerle ticaret yapmışlardır.

6- İhlâs geçidi

İbadet çok olsa da, ihlâs yoksa boştur. İhlâs, yalnız Allah rızası için yapmaktır. Kabul olmayan çok amel kıymetsizdir. Az da olsa, ihlâslı ve devamlı amel makbuldür. Bir hadis-i şerif meali:

(Allahü teâlâ, ancak ihlâsla yapılan ameli kabul eder.) [Nesai]

Altın bir vazoyu bir liraya satmak ahmaklıktır. Bir hayra karşılık Rabbimizin vereceği sevablar karşısında, kulların onu övmesinin, milyarların yanında bir kuruş kadar değeri yoktur. Böyle bir kula, Allahü teâlâ, (Ey kulum, mutlak kudret sahibini bilirken, ibadetlerine karşılık, benim bilmem ve seni ödüllendirmem yetmezmiş gibi, başkalarının bilmesini ve seni övmelerini istemen vefasızlık değil mi? Kimin rızasını kazanmak için yapmışsan git, karşılıklarını onlardan al) derse halimiz nice olur?

Bütün insanlar bizi beğense, el üstünde tutsa; fakat Allahü teâlâ beğenmese ne kıymeti vardır? Tersine, bütün insanlar bizden nefret etse, Allahü teâlâ razı olsa ne zararı olur? Bununla beraber, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği kimseleri, diğer insanlar da sever. Hedefi yalnız Allah rızası olanlar, dünya ve ahirette rahat ederler. Riya gibi, ucub da ibadetleri yok eder. Ucba düşen, Allah’ın lütfunu düşünemez. (Bunu ben yaptım, ben olmasaydım bu olmazdı. Ben müdür olsam, bakan olsam, şöyle yapardım) demek ucub olur. Riya ile ucub, farkına varılmadan amellere girer, onları bozar.

Süfyan-ı Sevri hazretleri, bir hacıya misafir olur. Hacı, (Oğlum ikinci hacdan getirdiğim tabağı ver) der. Üstad, (Bu sözünle, yaptığın her iki haccı da ifsat ettin) diye buyurur.

Ne kadar kabul olmuş çok ibadet yapılsa da, yine kul kendi ibadetiyle Cennete giremez. Bir hadis-i şerifte, (Hiç kimse, kendi ameline karşılık, Cennete girmeye hak kazanamaz) buyuruldu.

Kulun kıymetli bir amelini götüren melekler, birinci göğe gelince, oradaki vazifeli melek, (Götürün bu ameli, sahibinin yüzüne çarpın. O gıybet ederdi, gıybet edenlerin ameli buradan geçmez) der. 2. gökteki melek, ihlâssız amelleri geçirmez. 3. kattaki melek, kibirlilerin amellerini geçirmez. 4. kattaki ucub edenlerinkini geçirmez. 5. kattaki hasetçilerinkini geçirmez. 6. kattaki merhametsizlerinkini geçirmez. 7. kattaki melek, riyakârların amelini geçirmez. Yedi kat göğü geçen amel bile, rıza-ı ilâhi kastedilmezse geri çevrilir. O halde her işte, ihlâsa çok önem vermeli! (Yarın: Şükür geçidi)

İctihad hatası

Çöl İklimiSual: Hazret-i Ali’nin, yaptığı savaşların sebebi neydi? Bu savaşlarda hangi taraf haklıydı?
CEVAP

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Eshab-ı kiram arasında olan savaşları, iyi sebeplerden, güzel düşüncelerden ileri geldi bilmek, dünyalık için, menfaat için bilmemek gerekir; çünkü onların ayrılığı ictihad ve tevil ayrılığıydı. Heva ve hevesten doğan ayrılık değildi. Ehl-i sünnet âlimleri hep böyle söylüyor. Şu kadar var ki, hazret-i Ali ile savaşanlar, hata etti. Hak, hazret-i Ali tarafındaydı; fakat hataları ictihad hatası olduğundan, bir şey denemez ve dil uzatılamaz. Şerh-ı mevakıf kitabında Âmidî, (Cemel ve Sıffin vakaları ictihad yüzündendi) diyor. Ebu Şekûr-i Sülemî, Temhid kitabında, (Ehl-i sünnet vel-cemaate göre hazret-i Muaviye ve onunla beraber olanlar hata etmişlerdi; fakat hataları, ictihad hatasıydı) diyor. İbni Hacer-i Mekkî, Savâık kitabında, (Hazret-i Ali’nin hazret-i Muaviye ile savaşı, ictihad sebebiyleydi. Ehl-i sünnet âlimleri böyle bildiriyor) diyor. (1/251)

İmam-ı Nevevi hazretleri de, Müslim hadislerini açıklarken buyuruyor ki:

O savaşlarda, Eshab-ı kiramın her biri, kendi ictihadına uygun iş yaptı. Bunun için hiçbirini ayıplamak doğru değildir. Bununla beraber, hazret-i Ali ve onun ictihadında olup, ona uyanlar, ictihadda doğruyu bulmuşlardı. Karşılarındakiler ictihadda yanılmışlardı; fakat ictihadda yanılma olduğu için kötülenemez. Yanılanlar bir sevab aldı. Doğruyu bulanlar on sevab aldı. Yanıldılar demek bile doğru değildir. Yanılanları da iyilikle anmak lazımdır. (Müslim şerhi, Mektubat-i Masumiyye 2/36, Redd-i Revafıd)

Bu savaşlar sebebiyle, hepsinin Cennetlik olduğu nassla [âyet ve hadisle] bildirilen Eshab-ı kiramdan bir kısmına dil uzatılırsa, fâsık veya kâfir denirse, o konudaki âyetler inkâr edilmiş olur. Eshab-ı kiramın Cennetlik olduğunu bildiren âyet-i kerimelerden birinin meali şöyledir:

(Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşanlara, fetihten sonra verenlerden ve savaşanlardan daha yüksek derece vardır. Bunların dereceleri eşit değilse de, hepsi için Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10]

Bazı cahiller iki Müslüman birbiriyle savaşır mı diyorlar. Bir âyet-i kerime meali:

(Müminlerden iki fırka birbiriyle savaşırsa aralarını bulun!) [Hücurat 9]

O halde, İmam-ı Nevevi hazretlerinin, (Yanıldılar demek bile, doğru değildir) sözünü esas alarak, (Bir tarafın ictihadı hatalıydı) bile dememiz uygun olmaz; çünkü müctehid âlimler, bu savaşlar hakkındaki ictihadlarını bildirebilirler; ama bizim avam olarak, bir tarafın hata veya isabet ettiğini söylememiz caiz olmaz. Sadece Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerini nakledebiliriz.

Müstehcen resimler, siteler

Sual: Hocam, internetteki müstehcen site ve resimlerden kaç kez uzak durmaya çalıştım. Her seferinde söz verdim. O tür kadınları dışarda görsem tiksiniyorum, dönüp bakmıyorum bile elhamdülillah. Fakat yine de kendime mani olamıyorum. Bu konuda bana nasihat eder misiniz?
CEVAP:
Aziz ilim talibi,
Müstehcen resimler ve görüntüler,
1. İnsanın içindeki iyilik hücrelerini öldürür.
2. Şehvetini azdırır.
3. Meleklerimizin moralini bozar ve bize dua etmelerine engel olur.
4.İnsanın kendisine karşı saygısını azaltır.
5. İradesine karşı güvenini sarsar.
6. Hafızayı zayıflatır.
7. Kalbi meşgul eder ve kararmasına yol açar.
8. Şehvet, insana verilmiş emanettir. Emanete sadakat gerektir. Şehvet emanetini meşru yollardan tatmin etmek gerekir. Bunun en güzel yolu da evliliktir. Gençlere bir an önce evlenmelerini, zamanı gelmiş evliliği dünyevi gerekçelerle ertelememelerini tavsiye ederim. Size de... Bu tür kerih görüntüler, ileride gerçekleşecek evliliğin gizemini de azaltır.
Bütün bu zararları göz önünde tutunca alk-ı selim bu tür kerih görüntülerden ve müstehcenlikten uzak durmayı emreder. Siz de irade sınavında bu savaşı kazanmak için gayret edin. Bunun bir iç cihad olduğunu unutmayın.
Rabbim, nefsi emmarenin kötülüklerinden hepimizi korusun.

Kendini tanımak için

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Feyz aşağıya akar, yukarıda olan mahrum kalır.

Kibir on kısımdır. Dokuz kısmı, kendisini âlim zannedenlerde olur. İnsan bu duruma düşeceğine, garip bir köylü olsa daha iyidir. Hiç olmazsa kibirden kurtulur. Ahkâm kesmeye başlayınca zerre kadar kibir gelse, o zaman kalbi hasta, imanı da tehlikede demektir. Bu tehlikeden kurtulmak için, kurtulanlarla beraber olmak gerekir. Ehl-i sünnet âlimlerinin, evliya zatların kitaplarını, hayatlarını okumak, onlarla irtibat kurmak gerekir.

İnsanın, kendisinin ne halde olduğunu görmesi için, arada bir aynaya bakması gerekir; çünkü insanlar birbirine bakar. Tabii göz kendini görmediği için, hep karşısındakine bakar. Hâlbuki kendine de bakması gerekir. İnsan, büyük zatların hayatını okursa, kendisinin ne halde olduğunu anlar. Onların nasıl yaşadıklarını, nasıl tevazu ehli olduklarını, nasıl gözyaşı döktüklerini görür. Onlar, o büyük hallerine rağmen, hiçbir işe yaramadıklarını açıklamışlar, (İslam âlimleri, öyle büyük zatlardı ki, onların yanında bizim ismimiz geçmez. Hazır olsak hesaba katılmayız, orada değilsek aranmayız. Biz bir hiçiz) buyurmuşlardır.

Şöhret afettir. Eğer bir kimse dünya menfaati elde etmek için şöhrete kavuşmuşsa, bu, onun için felakettir. Ancak, dünya menfaati olmadan, Allahü teâlâ onu meşhur etmişse, Allah onu bu felaketten korur.

Sabreden zafere kavuşur, rahat eder. Sabretmek, ferahlamanın anahtarıdır.

Dinimizin iki ayağı, iki kolu ve iki gözü var, bunlar sabır ve şükürdür.

Yaşlı bir adam, çok cimri olup, ömrü fakirlik içinde geçer ve evladına bir vasiyette bulunur: (Sana iki çuval altın bırakıyorum. Bunun birisini kendin al, diğerini de bulacağın en ahmak kimseye ver!)

Evladı çok şaşırır bu işe; ama vasiyet bu, yüklenir çuvalı. Kime sen ahmak mısın diye sorsa kabul etmez, tartaklanır, hakarete uğrar. Tabii, ahmak olana bir çuval altını vereceğim dese kabul ederler; ama öyle de demez.

Derken bir ağacın altında otururken, bir adamın asıldığını görür. Sorar, kim bu asılan diye. Sadrazamdı derler, üzülür. Bir de cümbüş duyar, bir kalabalık sevinçle geliyor. Yine sorar, bu gelen kimdir diye, yeni sadrazam derler. Tamam, buldum der. Geçer sadrazamın önüne, al sana bir çuval altın, bunu sana babam yolladı der. Sadrazam şaşırır. Neden deyince, olanları anlatıp, (Şurada asılı olan kimse, senin yaptığın işi daha önce yapan adammış. Belki bir sonraki ağaca da seni asacaklar. Aynı işe talip olmak, büyük ahmaklık olmaz mı) der.

Ödünç vermek

Sual: Hangi durumlarda ödünç istemek caiz olur? Alınan borcu geciktirmek uygun mudur?
CEVAP
Şu üç durumda ödünç istemek caiz olur:

1- Nafaka almak için. Lüzumlu gıda gibi lüzumlu çamaşır da nafakaya dâhildir.

2- Ev almak, kirada oturmak, soğuktan korunmak maksadıyla elbise almak veya tedavi ücreti gibi ihtiyaçlar için.

3- Mevkii, görevi sebebiyle, âdete uygun giyinmek için.

Yalnız bunlara ödünç verilir. Zalimlere, fasıklara, ihtiyacı olmayana, malını lüzumsuz yere, harama harcayana ödünç verilmez. Başkasına ödünç vererek, kendini sıkıntıya düşürmek doğru değildir. (S. Ebediyye)

Bu üç maddede bildirilen hususlar dışında ödünç istemek caiz olmaz. Mesela, parası olmayan kimsenin baklava yemek, meşrubat içmek ve pahalı kumaşlardan elbise almak, komşunun var diye ihtiyaç olmayan bir şeyi almak için ödünç istemesi doğru değildir. Kısacası makam ve vazifesi gereği değilse, lüks sayılan yiyecek, içecek ve giyecek için ödünç alınmaz.

İhtiyacı olana ödünç verilir. İhtiyacı olmayana, malını lüzumsuz yerlere, harama harc edene verilmez. Başkasına ödünç vererek, kendini sıkıntıya düşürmek doğru değildir. Nisaba malik olmayan kimsenin, kurban kesmek için ödünç istemesi caiz değildir.

Ödemek niyetiyle ödünç alana Allahü teâlâ yardım eder, ödünç verene de çok sevap verir.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Sadaka için on sevap, ödünç için ise on sekiz sevap vardır.) [Taberani]

(Allah rızası için ödünç verene, her gün için sadaka sevabı verilir. Fakirden alacağını çabuk istemeyene, her gün için malın hepsini sadaka vermiş gibi sevap verilir.) [Hakim]

Borçlanmamaya çok dikkat etmelidir! Hazret-i Lokman Hakim, (Borç yükü altında ezilmektense, taş taşımayı tercih ederim) buyuruyor. Çünkü borçlanmak, insanı küfre kadar sürükler. Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Ya Rabbi, küfre düşmekten ve borca girmekten sana sığınırım.) [Nesai]

(Borçsuz olan hür yaşar.) [Beyheki]

(Huzur içinde iken, borçlanarak korku içinde yaşamayın!) [Hakim]

(Borçtan sakının! Borç, gece gama, gündüz zillete sebep olur.) [Beyheki]

Ödünç alınan borçları ilk fırsatta ödemeye çalışmalıdır! Alış veriş neticesinde meydana gelen taksitli, borçları da zamanında ödemelidir! Ödemeyi geciktirmek günahtır. İbrahim Edhem hazretleri, (Borcu olan kimse, yağlı ve sirkeli yemek yememeli) buyuruyor. Borcu olan, borcunu ödemeden sadaka bile vermemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Kendi veya çoluk çocuğu muhtaç veya borçlu olanın verdiği sadaka kabul olmaz.) [Buhari]

İhtiyacı olmayana, malını lüzumsuz yerlere, harama harcayana ödünç para vermemelidir! Borcunu vaktinde ödemeyen kimsenin, gelip mühlet istemesi gerekir. Ödeme imkanı olduğu halde, borcunu geciktirmek zulümdür, günahtır. Bir kimse, malı olduğu halde, borcunu ödemeyi bir saat geciktirirse, zalim ve asi olur. Namaz kılarken de, oruç tutarken de, uykuda da, yani her an, lanet altında bulunur. Malı olmak, parası çok olmak demek değildir. Satılık bir şeyi olup da, satmazsa, günah işlemiş olur.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ödememek niyetiyle borçlanan, Kıyamete hırsız olarak gelir.) [İ Mace]

(İmkanı varken, borcunu ödemeyene her gün zulmetme günahı yazılır.) [Taberani]

(Aldığı borcu ödemeyene Allahü teâlâ, Kıyamette "Bu kimsenin hakkını sizde bırakacağımı mı zannettiniz?" buyurarak onun iyi amellerini alıp diğerine verir. Eğer borçlunun, iyi ameli yoksa, alacaklının günahları borçluya yüklenir.) [Taberani]

Borcunu ödeyemeyene mühlet vermek sevaptır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kıyametin dehşetinden kurtulmak isteyen, darda kalan borçluya mühlet versin!) [Taberani]

(Darda olanı feraha kavuşturanı veya onun borcunu ödeyeni, Allahü teâlâ Kıyametin dehşet, korku ve sıkıntılarından kurtarır.) [Müslim]

(Beladan kurtulmak, istediğine kavuşmak ve Arşa sığınmak isteyen, darda kalan borçluya mühlet versin veya ona alacağını bağışlasın!) [Abdürrezzak]

(Kıyamette günahı çok bir müslümanı hesaba çekerler. O kimse de (Benim hiç iyiliğim yoktur. Sadece çırağıma, "Fakir olan borçluları sıkıştırma, ne zaman ellerine geçerse, o zaman vermelerini söyle, bir şey isterlerse yine ver, boş çevirme!" diye söylerdim) der. Allahü teâlâ da, onu affederek buyurur ki: (Bugün sen muhtaçsın. Sen dünyada kullarıma acıdın, bugün biz de sana acırız.) [Buhari]

Sual: Ödünç verirken, haram işlemeden gün tayin edebilmenin bir yolu yok mudur?
CEVAP
Bey ve Şir’a Risalesi’nin İsmail bin Osman tarafından yapılan şerhinin 59. sayfasında, (Ödünç verirken, zaman tayin etmek, malı, misli ile veresiye satmak olur. Bu ise faizdir, büyük günahtır) buyuruluyor.

Miktarı az olan paralar için gün tayini mühim değilse de, miktarı fazla olan paralar için gün tayini lazım olabilir. Senede, ödeme tarihi konabilmesi için, Seadet-i Ebediyye’de bildirilen birkaç usul:
1- Ödünç vereceği kimseden kefil ister. Kefilden ödeme tarihi belli bono alır. Borçlu da kefilin ödemesi lazım gelen tarihte öder.

2- Yahut borçlu, borcunu kendine borcu olan birine havale eder. Havale olunanın borcunun ödeme zamanı, belli ise, alacaklıya da o zamanda öder. Belli zamanı yoksa, alacaklı havaleyi kabul eden ile, belli bir zamanda, ödemesi için uyuşur.

3- Yahut ödünç isteyene, ödünç vereceği kadar fiyatla, ucuz bir şeyi veresiye satar. Ondan bu satış için belli tarihli ödeme senedi alır. Sonra bu şeyi aynı fiyatla, peşin olarak geri alır. (Hadika)da, (Ödünç vereceği kimseye, bir kağıt parçasını bile bin liraya satmak caizdir) deniyor.

4- Eşbah’da, (Ödünç verirken, senede ödeme tarihi koyabilmek yollarından biri de, Maliki mezhebini taklit etmektir) deniyor.

Mizan’da (Maliki mezhebinde, ödünç verilen malı, parayı, ödeme zamanından önce veya sonra isteyemez. Zamanında istemesi lazımdır) buyuruldu. Fakat başka mezhebi taklit, ancak sıkışık durumlarda caiz olur. Taklit edilen mezhebin taklit ettiği husustaki bütün şartlarını öğrenip bunlara uymak lazım olur.

5- İbni Âbidin’de ("Falana olan borcuma kefil ol" dese, o da kabul edip ödese, kefil borçluya, "Belli zamanda bana ödersin" diyebilir. Fakat "Falana olan borcumu öde" dese, o da kabul edip ödese, borçlunun bunu ona belli bir zamanda [yani gün tayin ederek] ödemesi caiz olmaz. Çünkü borçlu için ödemiş, borçlu şimdi buna borçlu olmuştur. Borcun belli bir zamanda ödenmesi ise caiz değildir) buyuruldu.

[Samimi tanıdıklar arasında, daha kolay bir usul vardır. Ödünç isteyene, (Falanca gün bana aynı miktar para hediye edersen, şu parayı sana hediye ederim) denir. O da kabul ederse, para alınmış olur.]

Sual: Yardım yaparken, ödünç verirken akrabayı tercih etmek mi lazım?
CEVAP
Herkese iyilik etmek, ödünç veya sadaka vermek çok sevaptır. Akrabaya yapılan iyilik daha sevaptır. Bir kadın, Resulullaha, (Fakir kocama infakta bulunsam, sadaka yerine geçer mi?) diye sual ettirdiğinde Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(İki sevap vardır. Biri sadaka, diğeri de sıla-i rahim sevabı.) [Buhari]

Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Senden yüz çeviren akrabana verilen sadaka daha faziletlidir.) [Taberani]

(Yakın akraba ve komşuya verilen sadakanın sevabı iki misli fazladır.) [Taberani]

(Paranızı önce kendi ihtiyaçlarınıza, artarsa çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarına sarf edin! Bundan da artarsa akrabalarınıza yardım edin!) [Müslim]

(Bir kimseden amcasının oğlu yardım ister de, o da gücü yettiği halde, vermezse, kıyamet günü Allahü teâlânın fazlından mahrum kalır.) [Taberani]

(Bir müslümana ödünç veren iki misli sadaka sevabı kazanır.) [İbni Mace]

Sual: Ödünç altın, ödenirken, değerine göre kağıt lira, döviz veya başka mal verilse caiz mi?
CEVAP
Ödünç veren razı olursa her mal verilebilir.

Sual: Ödünç alınan parayı, başkasına ödünç vermek caiz mi?
CEVAP
Bir mahzuru olmaz.

Sual: Benden ödünç isteyen arkadaştan, rehin olarak bir şey istemem caiz midir?
CEVAP
Evet caizdir.

Sual: Hadid suresinde, Allah’a karz-ı hasen [güzel ödünç] vermek tabiri geçiyor. Güzel ödünç nedir?
CEVAP
Karz-ı hasen, dine uygun verilen ödünçtür. Gönül hoşluğu ile, ihlas ile, en değerli maldan, Allah yolunda verilen ödünç demektir. Dine uygun olması için, ödünç yalnız Allah rızası için verilmeli! Herhangi dünyevi bir çıkar, bir fayda beklememeli! Ödünç alandan hediye kabul etmek de bir fayda demektir, caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Fayda getiren her ödünç faizdir) buyuruluyor. (İ.Süyuti)

Her zaman verilen hediyelerden ise caiz olur. Her zaman yanına gidince çay, kahve ısmarlıyorsa borç para verdikten sonra yine gidince çay vermişse caiz olur. Fakat çay ile kalmayıp yanına pasta falan almış, gel bir de yemek yiyelim demişse bu caiz olmaz.

Sual: Kazancı haram olandan ödünç para istenir mi?
CEVAP
Kazancının yarısından fazlası helal ise istemek caizdir.

Sual: Dolar olarak ödünç vermişsek devalüasyon veya enflasyondan sonra da dolar olarak alsak caiz olur mu?
CEVAP
Evet caiz olur.

Sual: On arkadaş, elimize para geçtikçe, bir arkadaşa emanet olarak veriyoruz. O arkadaş da, herkesin hesabına ne kadar para vermişse yazıyor. Bu paraları bir kasada saklıyor. Arkadaşa parayı verirken de her türlü kullanmaya yetki verdik. Bir cins yardımlaşma sandığı oldu. Bu sandıktan ödünç para almamız caiz midir?
CEVAP
Evet.

Sual: Ödünç verince, zamanla, paranın değeri düşüyor. Ödünç veren zarar ediyor. Diyelim ki, verdiğim para 100 Euro etse, ödünç verdiğim şahsa, 100 Euro üzerinden senet yapsam, "Eline ne zaman geçerse bana 100 Euro getir" desem uygun mudur?
CEVAP
Uygun olur. Hatta alacaklı razı olursa, borçlu borcunu ödediği andaki 100 Euro’nun değeri kadar altın, kağıt para, zeytin yağı veya başka mal da verebilir. Mühim olan alacaklının razı olmasıdır. Alacaklı, "Altın verdim, altın isterim" derse, başka şey verilmez. (Bahr-ür-raık)

Sual: Bir arkadaşa, zarfa koyduğum bir milyarı ödünç verdim. Saymadan aldı. Evde saymış, noksan gelmiş. Ne yapalım?
CEVAP
Parayı alıp verirken, saymak sünnettir. İkiniz (Yalan söylüyorsam, Allah lanet etsin) dedikten sonra, para birlikte sayılır. Ne çıkarsa kabul edilir.

Sual: Altının gramının değerinde kağıt para ödünç verip, "Bir gram altın isterim" demek caiz mi? 
CEVAP
İmam Ebu Yusuf’a göre caizdir.

Sual: Ödünç verdiğim parayı, içimden arkadaşa hediye ettim. Arkadaş, borcunu getirince aldım. Caiz oldu mu?
CEVAP
Evet. Niyet etmekle hediye edilmiş olmaz. Hediye teslim etmekle alanın mülkü olur.

Sual: Güvendiğimiz kimseye veya tanığımız bir arkadaşa veresiye mal satınca veya ona borç para verince, senet yazmak gerekir mi?
CEVAP
Evet senet yapmak veya iki şahit bulundurmak sünnettir. Vacip diyen âlimler de vardır. Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Ey inananlar, belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazın. İki şahit bulundurun. Borç büyük veya küçük olsun, vadesiyle beraber yazmaya üşenmeyin; bu, Allah katında en doğru, şahitlik için en sağlam ve şüphelenmenizden en uzak olandır.) [Bekara 282]

Senet yapmak itimatsızlık değildir. Arkadaş unutabilir, biz unutabiliriz. Dinimizin emrine uyup senet veya şahit olursa tedbir alınmış olur.

Az miktarda ödünç alındığında bir kağıda, (falancadan şu kadar para aldım) diye yazıp, ödünç alınana verilmesi veya şahit bulundurulması iyi olur. (Redd-ül Muhtar)

Sual: Bekara suresinin 282. âyetinde (Borç verirken vadesini yazın) buyuruluyor. Her ne kadar ödünç denmiyorsa da, halk arasında ödünce de borç deniyor. Ödünç verirken, senede tarih koymak caiz midir?
CEVAP
Alış veriş yapıp borçlanınca senede tarih konur, ödünç alıp verirken ödeme tarihi bildirilmez ve senede tarih konmaz. Koymak gerekirse, Maliki’yi taklit ettim demek yeterlidir. Diğer üç mezhepte ödünç verirken vade tarihini belirtmenin mahzuru yoktur.