BREAKING NEWS
Yaşam

728x90

header-ad

468x60

header-ad

Son yazılarımız

'Ümmetim, yetmişüç fırkaya ayrılacaktır'

Sual: Müslümanların çeşitli fırkalara ayrılacağını Peygamber efendimiz biliyor muydu?
Cevap: 
Resûlullah efendimiz ümmetinin başına gelecekleri bildirirken;
(Benî İsrail yetmişiki millete ayrıldı. Ümmetim de, yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan yalnız bir fırka kurtulacak, diğerlerinin hepsi Cehenneme gidecektir) buyurdu. Eshâb-ı kiram;

-O hangisidir ya Resûlallah, deyince;
-Benim ve Eshâbımın yolunda olanlardır buyurdu. Bu hadis-i şerifi, imam-ı Tirmizi hazretleri, Abdullah bin Ömer hazretlerinin haber verdiğini bildiriyor. İmâm-ı Ahmed'in ve Ebû Dâvud hazretlerinin naklettiklerine göre de;

(Bunlardan yetmişikisi Cehennemde, geri kalan biri Cennettedir. Bu da, bir cemaattir) buyurdu.
Bu hadis-i şerifte bildirilen tek kurtuluş fırkasını ve bunların Cennete girmeye sebep olan itikatlarını arayıp bulmak, bunların itikadına uymayan sapık fırkalardan sakınmak lazımdır. Bu suretle Cehennemin ateşinden kurtulmaya çalışmalıdır. Abdülkadir-i Geylânî hazretleri, ikinci hadiste bildirilen Cemaati ve birinci hadis-i şerifi şöyle açıklamaktadır:

"Müminin Sünnete ve Cemaate tabi olması lazımdır. Sünnet Resûlullahın gösterdiği yoldur. Cemaat de, Hulefâ-i râşidîn denilen dört halife zamanlarındaki Eshâb-ı kiramın söz birliği yaptığı şeylerdir. Müslümanın, bidat sahiplerinin çoğalmalarına mâni olması, onlara yaklaşmaması lazımdır." Ahmed ibni Hacer-ül-Heytemî hazretleri Savâık-ul-muhrika kitabında;

"Ehl-i sünnet itikadından ayrılanlara Mübtedi denir. Bunlar, birinci asırda ortaya çıkmaya başladılar" demektedir. Feth-ul-cevâd kitabında da diyor ki:

"Mübtedi, Ehl-i sünnetin söz birliği ile bildirmiş olduğu itikada uymayan kimsedir. Bu söz birliğini Ebül'Hasen Eş'arî ve Ebû Mansûr Ma'türîdî hazretleri ile bunların yolunda olan âlimler bildirdiler." Şâfii âlimlerinden Ahmed Şihâbüddîn Kalyûbî Mısrî, Kenz-ür-râgıbîn hâşiyesinde diyor ki:

"Ebül-Hasen Eş'arînin ve Ebû Mansûr Ma'türîdînin bildirdiklerinden ayrılan kimse Sünni değildir. Bu iki imam Resûlullah efendimizin ve Eshâbının yolundadırlar."

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, bu ümmet yetmişüç millete ayrılacak, bunlardan yalnız birisi Cehennemden kurtulacaktır. Her müminin bu bir fırkayı arayıp bulması ve bunlara tabi olması vaciptir.

***
Sual: Tüccara, sanat sahibine lâzım olan demir eşya, makina ve benzerleri, zengine satılmıyor. Bu durumda ne yapılabilir?
Cevap: 
İslâm dini, her zorluğu kolaylaştırıcıdır. İslâmiyette, çözülemeyecek hiçbir mesele yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri, kıyamete kadar yapılacak olan her işin, her yeniliğin, her buluşun, insanların saadetleri için kullanılabilmeleri yollarını, Kur'ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden çıkarmışlar, kitaplarına yazmışlardır. Kendilerini müctehid sanan ve tanıtan ve yüksek İslâm âlimleri ile boy ölçüşmeğe kalkışan din cahillerine, iman hırsızlarına ve dinde reform isteyenlere, yapacak bir iş bırakmamışlardır. Müslümanların, dinde reform yapmaları, yeni yeni şeyler uydurmaları değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını anlamağa, öğrenmeğe çalışmaları, işlerini bunlara uygun yapmaları lâzımdır. Bu çalışmaları nefs ile cihad olur. Felaketten, azabdan kurtulmak isteyenler için, yani Kur'ân-ı kerime, İslâmiyete uymak isteyenler için, doğru yol budur. Kendi akıllarına güvenerek, Kur'ân-ı kerimden ve hadîs-i şeriflerden mana, hüküm çıkarmağa kalkışanlar, yanılır, aldanır ve Ehl-i sünnetten ayrılırlar. Ehl-i sünnetten ayrılan da, ya sapık olur, ya kâfir olur.

Kendisi için mal satın alamayan bir zengin, para vermek istediği sanat sahibini, (Şu para ile, şu malı almak için, seni umumi vekil yaptım) diyerek, vekil yapar. Sanat sahibi de, vekil olup, senet karşılığı, parayı zenginden alır. Bu para ile, bu malı, kendi adına satın alır. Zengine teslim edip, senedini geri alır. Aralarındaki ikinci bir sözleşme ile, bu malı, zenginden veresiye, yüksek fiyatla satın alır. Böylece, ikisi de, fâiz günahından kurtulmuş ve daha çok kazanmış olurlar. (Tam İlmihal s. 864)

Zamana göre, dinde değişiklik yapmak

Sual: Bazıları; "Zamana göre, dinde yenilikler yapılmalıdır. Dinde bulunmayan çok şey, İslâmiyete karışmıştır. Bunları temizlemek, dinimizi ilk zamanındaki temiz hâline getirmek lazımdır" diyor. Dinde değişiklik yapılabilir mi?

Cevap: Müslümanlarda, birkaç asırdan beri bir duraklama, hatta gerileme olduğu meydandadır. Bu gerilemeyi görerek, İslâmiyetin bozulduğunu söylemek, çok yanlıştır. Geri kalmanın sebebi, Müslümanların dinin emirlerini yerine getirmekte gevşek davranmalarıdır. İslâm dinine, başka dinlerde olduğu gibi, hurafeler karışmamıştır. Cahillerin yanlış inanışları ve konuşmaları olabilir. Fakat bunlar, İslâmın temel kitaplarında bildirilenleri değiştirmez. Bu kitaplar, Resûlullah Efendimizin sözlerini ve Eshâb-ı kiramdan gelen haberleri bildirmektedirler. Hepsi, en salahiyetli, yüksek âlimler tarafından yazılmışlardır. Bütün İslâm âlimlerince söz birliği ile beğenilmiştir. Asırlar boyunca, hiçbirinde hiçbir değişiklik olmamıştır. Cahillerin sözlerinin, kitaplarının ve dergilerinin hatalı olması, İslâmiyetin temel kitaplarına kusur ve leke kondurmaya sebep olamaz.

Bu temel kitapları her asrın modasına, gidişine göre değiştirmeye kalkışmak, her zaman için yeni bir din yapmak demek olur. Böyle değişiklikleri, Kur'ân-ı kerime ve hadîs-i şeriflere dayanarak, bunlara uydurarak yapmaya kalkışmak, Kur'ân-ı kerimi ve hadîs-i şerifleri bilmemenin, İslâmiyeti anlamamanın bir alametidir. İslâmın emirlerinin, yasaklarının zamana göre değişeceğini sanmak, İslâm dininin hakikatine inanmamak olur. Bir ayet-i kerimede mealen;

(Müminler ma'ruf olan şeyleri emreder) buyuruldu. Kur'ân-ı kerime, İslâmiyete saygısızca saldıran aşırı reformculardan Ziya Gökalp ve benzerleri, bu âyet-i kerimedeki ma'ruf kelimesine, örf, âdet diyerek, İslâmiyeti âdete, modaya göre değiştirmeye, böylece mason üstatlarının gözüne girip sandalye, koltuk kapmaya kalkıştılar. Dünyalık için dinlerini sattılar. Ziya Gökalp, bu hizmetine karşılık, İttihatçıların genel merkez üyeliğine getirildi. Bunun dediği gibi, İslâmiyet âdetlere yer verseydi, daha kuruluşunda cahil Arapların kötü âdetlerini yasak etmez, o zamanın en kıymetli âdeti olan ve Kâbe'nin içine kadar girmiş bulunan putperestliği hoş görürdü.

***

Sual: Ağzın içinde kuru yer kalırsa yani diş kaplatınca ve doldurunca, gusül abdesti sahih olur mu? Dolgusu veya kaplaması olan ne yapmalıdır?

Cevap: Hanefî mezhebinde dişlerin arası ve diş çukuru ıslanmazsa gusül tamam olmaz. Bunun için, diş kaplatınca ve doldurunca, gusül abdesti sahih olmaz. İnsan cenabetlikten kurtulmaz. Evet, imâm-ı Muhammede göre sallanan dişleri altın tel ile bağlamak ve düşen, çıkarılan diş yerine altın diş takmak câizdir. İmâm-ı a'zam ise, altın câiz olmadığını ictihad buyurmuştur. İmâm-ı Ebû Yûsüf, bir rivayette, imâm-ı Muhammed gibi buyurmuştur. Eshâb-ı kiramdan Arfece bin Sa'da, altın burun takması için izin verilmesi, İmâm-ı a'zama göre, yalnız Arfeceye mahsustur denilmiştir. Nitekim Zübeyr ve Abdürrahmân "radıyallahü teâlâ anhümâ" için, ipek giymelerine izin verilmişti ve yalnız bunlara mahsustu, denilmiştir. Fakat, fetva, İmâm-ı Muhammed kavli ile olup, gusül abdesti alırken çıkarılabilen takma diş, kulak ve burunun, altından olmaları câiz görülmüştür. İmamlarımızın bu ayrılığı, takma dişin ve sallanan dişe sarılan tellerin altından olup olmamasındadır ve gusle mâni olmayacak şekilde çıkarılması mümkün olduğu hâldedir. Yoksa, gusül bahsinde, Hanefi mezhebinin bütün imamları, dişlerin ıslanması lâzım olduğunu söylemektedir. Yani, altın, gümüş ve necis olmayan başka maddelerden yapılan kaplama ve dolguların altlarına su geçmeyince, Hanefi mezhebi âlimlerinin hepsine göre, gusül abdesti câiz olmaz.

İbadet yapmakta veya haramdan sakınmakta, harac olunca, harac bulunmayan başka mezhebi taklid etmek lâzım olduğu, birçok kitaplarda, meselâ (İbni Âbidîn)de yazılıdır. Kaplama ve dolgusu olan Hanefiler, dört mezhep için söylenmiş olan (Ümmetimin müctehidleri arasındaki ayrılık, rahmet-i ilâhiyyedir) hadîs-i şerifindeki rahmete kavuşarak, Maliki veya Şâfiî mezhebine uymakla, cenabetlikten kurtuluyor. Çünkü, Şâfiî ve Maliki mezheplerinde gusül abdesti alırken, ağzı, burnu yıkamak farz değildir. Niyet etmek, farzdır. Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, dişleri kaplama ve dolgulu iken gusül abdesti sahih olmadığından, namazları da sahih olmaz.

Maliki veya Şâfiî mezhebini taklid etmek için, gusülde, abdest almakta ve namazda niyet ederken, bu mezhebe de tâbi olduğunu hatırlamak yetişir. Yani, gusül abdesti almağa başlarken (Niyet ettim gusül abdesti almağa ve Maliki veya Şâfiî mezhebine uymağa) sözünü kalbinden geçiren bir kimsenin gusül abdesti sahih olur. Ağzında kaplama veya dolgu bulunan Hanefi mezhebindeki bir kimse, böyle niyet edince, boy abdesti sahih olur. Cünüplükten kurtulur, temiz olur. Böyle kimsenin, namaz kılacağı ve Kur'ân-ı kerimi tutacağı zaman, Maliki veya Şâfiî mezhebine göre de abdest alması lâzımdır. Şâfiî veya Maliki mezhebini taklide başlayıncaya kadar kılmış olduğu namazları kaza etmelidir. (Tam İlmihal s. 133)


Doğru yolda olmanın şartları

Doğru yolda olmanın şartları
Sual: Çeşitli cemaatler, birbirlerinden farklı şeyler söylüyorlar, birinin helal dediğine diğeri haram diyor, birinin sünnet dediğine diğeri bid'at diyor. Hangi cemaat daha uygundur?
CEVAP
Hadis-i şeriflerde, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadında olmak ve salihleri sevip onlarla beraber olmaya çalışmak, onlardan ayrılmamak emrediliyor. Doğru yolda olmanın şartları vardır. Bunların bazılarını maddeler halinde bildirelim:

1- Tek hak din İslamiyet’tir. 

Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]

2- Hubb-i fillah ve buğd-i fillah üzere olmalı.

Üç hadis-i şerif meali:
(İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.) [Buhari]

(İmanın temeli, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.)[Ebu Davud]

(Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiçbir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlm.]

3- Ehl-i sünnet vel cemaate uygun itikad etmeli.

Bir hadis-i şerif meali:
(Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın gittiği yolda gidenlerdir.) [Tirmizi, İbni Mace]

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
(İtikad edilecek [inanılacak] şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikad doğru olup da amelde [ibadetleri yapmakta, haramlardan kaçmakta] gevşeklik olursa, tevbeyle ve belki tevbesiz de affedilebilir. Cehenneme girse de, sonunda yine kurtulur. İşin aslı, temeli itikadı düzeltmektir.) [1/193]

4- Sünnetlere uyup, bidatlerden uzak durmalı:

Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: 
Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid’atler çıkarıyorlar. Bidatlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki, din noksan değildir. Bir âyet-i kerime meali:

(Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyeti vermekle razı oldum.)[Maide 3] 

Dini noksan sanıp, tamamlamaya çalışmak, bu âyete inanmamak olur. (1/260) 

5- Dört hak mezhepten birisinde bulunmalı.

Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: 
Bugün her müslümanın dört mezhepten birinde bulunması şarttır. Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. (Dürr-ü Muhtar haşiyesi) 

Muhammed Hadimi hazretleri buyurdu ki:
Edille-i şeriyyenin dört olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. (Berika)

6- Dinde nakli esas almalı.

İslam âlimleri buyuruyor ki:
Fıkıh kitaplarına uymayan bilgiler yanlıştır. Bunlara bağlanmak caiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi kafasına, kendi görüşüne göre mana verenlere İslam âlimi denmez. Ne kadar yaldızlı, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına ve bunların yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözleri ve yazıları Allahü teâlâ beğenmez. İlham ve şahsi görüş, kesinlikle delil olmaz. Dinde nakil esastır. Hazret-i Ali buyuruyor ki:
(Din, akıl ve görüş ile olsaydı, mestin üstünü değil, altını meshederdim.) [Ebu Davud]

Netice: Şahıslar, kitaplar, cemaatler, gruplar için, bizim iyi veya kötü dememiz ölçü olmaz. Yani bir biz iyi deyince iyi olmazlar, biz kötü deyince de kötü olmazlar. Şahıs ismi, kitap ismi, grup ismi önemli değil. Binlerce âlim ve kitap var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız. Ölçüyü İmam-ı Rabbani hazretleri veriyor:

(Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru olduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşüyle, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayan yanlıştır.) [1/ 286]

Demek ki doğru olmanın ölçüsü, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uymasıdır.

Yine Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: 
Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. 

Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.)[Ankebut 69]

(Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13]

(Allah asla verdiği sözden dönmez.) [Zümer 20]

Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki yanlış yolda olabilirim diye düşünerek, (Yâ Rabbi kimler doğru yolda ise, senin rızan kimlerleyse, bana onları sevmeyi, onlarla beraber olmayı nasip eyle) diye dua etmelidir. Eğer doğru yolda ise, duanın bir zararı olmaz. Yanlış yolda ise doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur. Böyle dua etmekten çekinmemelidir.
 

Doğruyu bulmak

Sual: Bir arkadaş, (Ben de Ehl-i sünnet kitaplarını okuyorum, sen yanlış anlıyorsun) diyerek birkaç konuda farklı şeyler söyledi. Hangimizin doğru anladığını nasıl tespit ederiz?
CEVAP
Okuduğu kitabı doğru anlamak önemlidir. Allahü teâlâ, dinini doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Herkes, (Ya Rabbi! Dinimi doğru olarak öğrenmek istiyorum. Razı olduğun, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup, doğru olarak anlamayı nasip eyle!) diye ihlâsla dua etmeli, Allahü teâlânın sözüne güvenmelidir. Cenab-ı Hak ona muhakkak doğru yolu gösterir.
 

Yanlış bilgi edinmek

Sual: Dini bilgiler öğrenmek için, herkes farklı kişilere soruyor. Yahut rast gele kitaplardan bilgi alıyorlar. Öğrendikleri yer yanlış bilgi veriyorsa, öğrenenler de sorumlu olur mu? Suç cevap verenin veya kitabın olmaz mı?
CEVAP
Suç cevap verenin veya kitabın olsa da, yanlış bilgi öğrenen sorumluluktan kurtulamaz. Bir de, ihtiyata riayet etmek gerekir. Bir iş için, kitabın biri haram, öteki de helal diyorsa, haram olduğunda şüphe olur, o işi yapmamak gerekir. Doğru kitaptan öğrenilirse, böyle bir şeye lüzum kalmaz. Doğru yolu bulmak için de, dua etmek gerekir. Allahü teâlâ, dinini doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Cenab-ı Hak böyle samimiyetle yalvarana muhakkak doğru yolu gösterir. Doğru yoldayım diye inat ederek dua etmeyen de, elbette yaptıklarından sorumlu olur.

Dini yeniden yorumlamak, modern hayata uydurmak ne demektir?

Dini yeniden yorumlamak, modern hayata uydurmak ne demektir?

Sual: Bazı kimseler için, (Post modern dönem müceddidi, reformcu, dini yeniden yorumlayıp modern hayata uyduran) gibi tabirler kullanılıyor. Dini yeniden yorumlamak, modern hayata uydurmak ne demektir?

CEVAP

Modern hayattan kasıt ne? Avrupa tarzı, ahlak ve namus tanımayan bir hayat yaşamak mıdır? Öyleyse bu, dini değiştirmek olur. Zamana uygun yaşamak için ise, dini yeniden yorumlamaya, reform yapmaya yani dini değiştirmeye zaten ihtiyaç yoktur. Böyle yapmak dini yıkmak olur.


İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:


Bugün, kalbler kararmış olduğundan, bid'at sahibinin işleri iyi ve güzel görülürse de, yarın kıyamet günü, kalbler uyandığı zaman, bunların zarar ve pişmanlıktan başka bir netice vermedikleri görülecektir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:


(Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitabı, yolların en hayırlısı, benim yolumdur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan reformlardır. Her bid'at sapıklıktır.) [Mektubat-ı Rabbani 1/186]


Her yüzyılda bir gelen müceddidlerin görevi de, dinde yenilik yapmak değil; aksine, yapılan bid'atleri, reform ve yenilikleri temizleyerek, dinin aslını ortaya çıkarmaktır. Yeni ictihadlara, yorumlara ihtiyaç yoktur. Din kitaplarımızda deniyor ki:


Allahü teâlâ ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fende yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsini kapsayan hükümleri bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. (S. Ebediyye)


Müslüman olan Alman ilim ve fikir adamı Dr. Hamid Marcus diyor ki:


İslam dininde akla sığmayan, inanılması mümkün olmayan hiç bir inanca rastlanmaz. İslamiyet'te, modern ilimlere uymayan hiçbir nokta yoktur. Emir ve telkin ettiği bütün hususlar, tamamıyla mantıkî ve faydalıdır. İslamiyet'te, diğer dinlerde olduğu gibi, imanla mantık arasında hiçbir ayrılık yoktur.


Fransız Roger Garaudy de diyor ki:


İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinlerse, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur'an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır.


Dünyada olan her şey en iyi şekilde yaratılmıştır

Sual: Çirkinlik olmasa, kusurlu şeyler olmasaydı dünya daha güzel veya daha iyi yaşanır bir yer olmaz mıydı?
Cevap: 
Allahü teâlânın rahîm, hakîm, latif olduğuna inanmalıdır. Onun inayeti, şefkati, karıncadan insana kadar, her mahlûka yetişir. Kullarına olan merhameti, iyiliği, bir ananın, yavrusuna olan merhametinden daha çoktur.

Böyle olduğu hadîs-i şerifte bildirilmiştir. Lütfu, merhameti o kadar çoktur ki, dünyayı ve dünyada olan her şeyi en iyi şekilde yaratmıştır. Bundan daha iyisi mümkün değildir. Rahmetinden, lütfundan hiçbir mahlûku mahrum bırakmamıştır.

Yer yüzündeki akıl sahiplerinin hepsi bir araya gelip araştırsa, Onun yarattığı herhangi bir şeyin, daha uygun, daha iyi bir şeklini bulamaz. Her şeyin, olması gerektiği gibi yaratılmış olduğunu anlarlar. Çirkin yaratılan bir şeyin, en uygun, en kâmil şekli, çirkin olmasıdır. Çirkin olmasa noksanlık olur, yersiz olurdu. Çünkü, çirkinlik olmasaydı, meselâ güzelliğin kıymetini kimse bilemez, güzellik tatlı olmazdı.

Kusurlu şeyler olmasaydı, kusursuz şeylerin kıymeti bilinmez, kusursuzluk tatlı olmazdı. Çünkü, kâmil ve nâkıs, birbiri ile ölçerek anlaşılır. Meselâ, baba olmasa, çocuk olmaz. Çocuğu olmayan, baba olmaz. Böyle şeylerden, birinin var olması, ötekinin varlığı ile belli olur. Ölçmek, iki şey arasında olur. İkilik olmazsa, ölçü ve ölçmenin sonu elde edilemez.

Allahü teâlânın işlerinin faydasını, insanlar anlayamayabilir. Fakat, en faydalı, en iyi şeklin, Onun yarattığı şekil olduğuna inanmak lâzımdır. Sözün kısası, dünyada bulunan her şey, hastalık, kuvvetsizlik, hatta günahlar ve küfür, yok olmak, kusur, dert ve elem, hikmetsiz, faydasız, yersiz değildir. Hepsi, en uygun, en faydalı şekilde yaratılmıştır. Fakir yarattığı bir kimseye, en uygun şey, fakir olmaktır. Bu kimse zengin olsaydı, felâkete düşerdi.

Zengin yarattığı da, bunun gibidir. Bu da, tevhit kısmı gibi, engin bir denize benzer. Çok kimse, bu deryada boğulmuştur. Bu da, kader meselesi gibi anlaşılmaz. Fakat, buna, söylediğimiz kadar iman etmek yetişir. (Tam İlmihâl s. 682)

Hanım efendi demek ne demek?

Hanım efendi demek ne demek?

Bir müslüman genç kız ve kadının yüzü ve eli dışında bütün vücudu eksiksiz örtünmeli, kol ağızları açık olmamalı ve kolu görünmemelidir; giydiği çoraptan teni belli olmamalıdır. Bu sebeple kol ağızları sıkıca kapalı ve çorap kalın olmalıdır.

Kışın manto; yazın pardesü giymelidir. Bunlar bol ve uzun olmalıdır. Başörtüsü, manto ve pardesü sade olmalı; dikkat çekmemelidir. İhtişam sadeliktir. Sade ve özenli bir kıyafet muhatabında saygı uyandırır. Bu sebeple aşırı renkler ve dikkat çekici ve gösterişe kaçan süslerden kaçınmalıdır.

Başörtüsü altında bile olsa saçı kafa üstünde topuz yapmamalıdır. Zira bir ermeni adetidir.

Pantolon erkek kıyafetidir. Bol da olsa hanımlar giyemez. Ayrıca pantolon hanımları çirkinleştirmektedir. Manto altında olsa da kaba saba olmaktadır.

İslam dini; örtünmenin cinsini değil şeklini tayin etmiştir. Yani uzuvlar hiç belli olmayacak kadar ve cilt fark edilmeyecek kadar, kalın olma şartı. Ayrıca yukarda da temas ettiğimiz gibi bilekten yukarısı mahrem olduğu için kıyafetin kol ağızlarını kapama mecburiyeti vardır. Koldaki süs ve ziynet eşyası yabancı erkeklere gösterilemez. Şayet bu tarifteki şartlara uyulmazsa namazın dışındaki farzlarından “Setr-i Avret” yani namahreme haram olan yerleri örtmemiş olur ki farzın terki ve namazın reddine sebep olur, kıymet verilmezse imanı tehlikeye atar.

Hanımların ayakkabıları da sade olmalıdır. Yürüdüğünde ses çıkaran ve dikkat çeken ayakkabı giyinemez.

Çizme ve boğazlı bot erkeklere mahsustur. Giyildiğinde hanımları çirkinleştirmekte ve dikkat çekmektedir.

Kısacası tesettür, noksansız, sade ve gösterişten uzak ve zarif olmalıdır. Mü’mine narin olur.

HANIM EFENDİ (2)


Kıyafet salaş, rüküş ve partal da olmamalıdır. Sadelikteki ihtişam ve estetiği yakalamaya çalışmalıdır. Ancak örtünmeden maksat yalnızca sıcaktan korunmak veya gösteriş olmamalıdır. Tesettür yüce Allah’ın emri olduğu için yapılırsa bunu yapan hanım, her an sevap kazanır. Yani her işte olduğu gibi tesettürde de niyeti düzeltmek ve bozmamak lazımdır.

Başörtüsü cart renklerde olmamalı, fakat rahibelerinki gibi kapkara da olmamalıdır.

Allahü teala, bir hanıma evleninceye kadar babası veya amca, ağabey gibi kimseler eliyle; evlendikten sonra da kocası eliyle rızkını göndermektedir. Rızk endişesi ile çalışmamalıdır. İş hayatı: erkeklerle sürekli muhatap olmak kadına çok büyük zararlar vermektedir. ?Ben evde oturamam? Manasız bir sözden başka bir şey değildir. Evlerimiz kadınlarımızın sarayıdır. Onlar buralarda sanki daha dünyada iken cennet hayatı yaşamaktadırlar.

Kızlar ve kadınlar bu saraylarda kocalarına , babalarına , kardeşlerine ; el işi , ev işi, mutfak işleri gibi işlere zevklerini, estetiklerini, ihlaslarını katarak eserler vermekte; anneler yarınlara dinimizin ve millet hayatımızın teminatı sağlam gençler yetiştirmektedirler. Bunlar yapılırken de günün nasıl bittiğinin farkına bile varmamaktadır.

Nerede cennet benzeri bu hayat; nerede servise yetişme, iş hayatında verimli olma kaygısı. Evlerde ne patron baskısı, ne müdür sorgusu, ne azar, ne de kem gözler vardır; günahtan uzak bir huzur iklimi.

Dışarıdaki işte çalışan bir kadın ne kadın kalmakta; ne de erkek olmakta bu çelişkinin ruhunda doğurduğu sancı yüzünden de çok çabuk çökmekte ve devamlı namahremlerle görüştüğü içinde maalesef, yüzündeki nur kaybolmaktadır.

Bu sebeple işte çalışmaktan başka çaresi olmayan hanımlar, günaha girmeden günlerini kurtarmaya azami dikkat etmelidirler.

Başlık konunun içeriğine birebir uymuş,Tam bir hanımefendi olma şekli...

HANIM EFENDİ (3)


Sebepsiz yere ve ihtiyaç olmadan bir hanım bilhassa genç kız ve genç hanımlar, yabancı erkeklerle ne bizzat nede telefonla görüşmemelidir. Eğer mutlaka görüşme zarureti varsa hanımın bakışları yerde olmalı, konuşma gayet mesafeli, resmi ve ciddi tutulmalıdır. İhtiyaçtan fazla konuşmak, şakalaşmak, laubalileşmek caiz değildir.

Hareketle hiçbir yerde ve hiçbir zaman hoppa, hafif meşrep olmamalı; bakışları karşısındaki erkeğin gözlerine mıhlanmamalıdır.

Şayet hal ve hareketler laubali ve şımarık olursa baştaki ve üstteki örtünün kıymet ve ağırlığı kalmaz; böyle hanımlar kendilerine ailelerine ve dinlerine söz getirirler.

İslam hanımlarının en büyük serveti namus, iffet, hâyâ, edep, ve faziletleridir. Atalarımız çok zaman harpleri bu değerleri korumak için, yapmış ve bu sebeple on binlerce Müslüman şehit olmuştur.

Edep, insanla hayvanı ayıran farkıdır.

Bir genç kızın aklı iffeti ve gözü sağda solda olmamalı; kısmetini sokakta aramamalıdır. O namusunu muhafaza eder ve Allah-ü teala dan haya ederse Cenab-ı Hak onu mükafatlandırır. Buna kesin inanmalıdır. Beş vakit namazını aksatmadan vaktinde kılan, tesettüre tam ve mükemmel riayet eden ve kocasına itaat eden kadınların cennete gireceğini Sevgili Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve selem” , haber veriyorlar.

Bir genç kız ve hanımın numune alacağı insan hanım sahabelerdir. Bunlardaki radiyallahü anhüm ecmain, sabır, Allah aşkı, Peygamber bağlılığı ve yüksek takva ancak incelendiğinde anlaşılır. Bu sebeple İslam tarihi ile tarihimizdeki örnek hanımları tanımalı ve onlara benzemeye gayret etmelidir. İnsan sevdiğine benzer. Onun için kimi seveceğimizi bilmeliyiz.

Bir Mü'mine öyle olmalı ki başka müminlerde onun halinden çok şey öğrenip ona benzemeye çalışsınlar; bilhassa çocuklar ve genç kızlar.

'İki günü eşit olan ziyandadır.' Sözü bir hadis-i şeriftir. Kadın erkek herkes için mevzu bahistir. Bu sebeple kafayı ve kalbi doldurmaya bakmalıdır. Kafa ilimle, kalb İslam ahlakı ile dolmalı ve ilmi amil olmalıdır. Pop şarkıcıları ile lebalep dolu bir kalpte Allah aşkına yer kalamaz..

Sözlerimiz cemiyetin ve şartların çürütemediği hanımlar içindir. Bari siz ziyan olmayın; aksine taklit edilecek değerde olun da başkaları size özenerek hidayete kavuşsun.

HANIM EFENDİ (4)


Peygamberimiz : "Mü’min Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden ve insanlara hizmet edendir." Buyuruyorlar. Senin de vazifen dinine hizmet için hanım kardeşlerine hizmettir. Ama yaşamadan söylersen kimse dinlemez. Yaşarsan millet seni dinlemek için yanına gelir.

Mahremin olmayan erkekler ile dışarıdan girilemeyen odalarda yalnız kalma ve onlarla yanında mahremin olmadan seyahate çıkma. Dayıoğlu, teyze oğlu, hala oğlu ve enişte ve hala ve teyze kocaları da namahremdir. Bunlar da "yabancı erkek" sınıfına girer. Sana sokaktaki bir erkek ne kadar yakınsa bunlar da o kadar yakındır. Sokaktaki elin adamıdır ama bu saydıklarımız temas imkânı fazla olduğundan bunlar yüzünden harama düşmek ihtimali çok daha mümkündür.

Bu yazdıklarımıza uyarsan sen kazanırsın, uymazsan sen kaybedersin. Efendimiz "Ateşe dayanabileceğin kadar günah işle" diyorlar ve yine buyuruyorlar ki "bir insanın kendine ettiği kötülüğü cümle alem bir araya gelse yapamaz."

Biz bu satırları çiziştirerek senin de şu ar damarı çatlamış kıyafetlerle sokakları dolduran çürüyüp gitmiş kadınlar gibi olmaman için yardımcı olmaya çalıştık. Eğer bu tavsiyelere uyarsan herkesin mecburen hizmet edeceği hakiki bir hanım efendi olursun. Hanım efendi olursan Allah’ı Resulullah’ı ve Müslümanları sevindirirsin: öbür halde ise şeytanı.

Hadi şimdi düşün; kimi sevindirmek istiyorsun?

Uygunsuz giyinişin, süründüğün kokular, pervasız bakışların, iç gıdıklayıcı ses tonun, dikkat çekici yürüyüşün gibi dinimizin tehlikeli kökünden kurutmak için peşinen yasakladığı hal ve hareketler ile kadınlığın değil; yüksek iman, edep ve namusunla iffetin bayraklaşsın. Zaten başındaki herhangi bir kumaş parçası değil, İslam’ın bayrağıdır.

Son söz: İtikadını düzelt, amelini düzelt, halini düzelt! Seni görenler Allah ’ı hatırlasın...

Rahim Er 

İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir

İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir

Sual: Bir hastalığa yakalanan kimsenin, doktor, ilaç gibi maddi sebeplerin yanı sıra, dininin bildirdiği manevi sebeplere yapışmasının faydası olur mu?

Cevap: İnsan hasta olmamaya dikkat etmelidir. Bunun için de, İslamiyete uygun yaşamak lazımdır. İslamiyete uymakta gevşek davranarak, hasta olan kimse, ilaç almalı, perhiz etmeli ve fakirlere sadaka nezretmeli, adakta bulunmalı ve sık sık sadaka vermelidir.

Allahü teâlânın âdeti şöyledir ki, her şeyi sebeple yaratır. Bir şeye kavuşmak için, bu şeyin yaratılmasına sebep olan şeyi yapmak lazımdır. Her şeyin yaratılmasında müşterek, ortak olan manevi sebep, sadaka vermek, yetmiş kerre, Estagfirullah min külli mâ kerihallah duasını okumaktır. Bu iki manevi sebep, maddi sebepleri bulmaya da yardım eder. Peygamber efendimiz;

(Allahü teâlâ, her hastalığın ilacını yaratmıştır. Yalnız, ölüme çare yokur)

(Hastalıkların başı, çok yemektir. İlaçların başı, perhizdir)

(Hastalarınızı, sadaka vererek tedavi ediniz!) buyurdu.

***

Sual: Cenazeyi yıkamak için cenaze sahibinden para almak veya istemek, dinen uygun olur mu?

Cevap: Cenazeyi parasız yıkamak çok sevaptır. Para istemek caiz ise de, parasız yıkayan başkası yok iken para istemek caiz olmaz. Cenaze taşımak, kabir kazmak ücreti de böyledir.

***

Sual: Yemek yerken, elini veya ağzını ekmeğe silmenin bir mahzuru olur mu?

Cevap: Tuzluğu, tabağı ekmek üstüne koymak, elini, bıçağı ekmeğe silmek mekruhtur. Bu ekmek yenirse, mekruh olmaz.

***

Sual: Suda boğularak ölen bir kimsenin cesedini tekrar yıkamak gerekir mi?

Cevap: Suda boğulan bir kimsenin cesedi de, üç kerre yıkanır veya yıkamak niyeti ile, suda üç kerre hareket ettirilir. Yağmurda cesedi ıslanan kimse de yıkanır. Meyyiti yıkamak, her dinde vardı. Âdem aleyhisselamı melekler yıkadı ve;

(Ölülerinizi böyle yıkayınız) dediler.

***

Sual: Malı olan bir kimsenin, bu malı çocuklarına miras  bırakması mı yoksa hayatta iken hayır yerlerine, salih kimselere vermesi mi daha faziletlidir?

Cevap: Çocukları fasık olanın, günahlara dalanın, miras bırakmayıp, salihlere, dinin bildirdiği hayır yerlerine vermesi efdaldir. Çünkü, çocuklarının günah işlemesine yardım etmemiş olur. Fasık yani açıkça günah işleyen çocuğa da, nafakadan fazla yardım yapmamalıdır.

Kâinat tesadüfen yaratılmamıştır!..

Sual: Kendilerini bilim adamı diye tanıtan bazı kimseler, "bu kâinat ve içindekiler rastgele, tesadüfen olmuştur, bir yaratıcısı yoktur" diyorlar. Bunların sözlerinde gerçeklik payı olabilir mi?

Cevap: Dünyanın her yerinde ayrı ayrı manzaralar var. İnsan bakmaya doyamıyor. Bunlar kendi kendisine mi var olmuş? Her varlık, hep hesaplı ve düzenli, sanki her şey aynı bir makineden çıkmış gibi. Her şey fizik, kimya, biyoloji, astronomi kanunlarına bağlı. Hele, insanın yaratılışındaki ahenk ve nizam! İçimizdeki organların, bir makinenin parçaları gibi, birlikte çalışması, anlayanları hayran bırakmaktadır. Darwin bile;

"Gözün yapısındaki intizamı, incelikleri düşündükçe, hayretten tepem atacak gibi oluyor" demiş.

Bütün varlıklar, birbirlerine değişmez kanunlarla bağlı. Dine inanan bütün din sahipleri, bunları yaratan, bilen, bir Hâlık yani Yaradan var diyor. Hiçbir dine inanmayanlar ise, her şey rastgele, tesadüfle var olmuş diyor. Her şeyin sahibi yaratıcısı, Peygamberleri ile haber de gönderiyor.

(Her şeyi ben yarattım. Hepinizin sahibi benim. Bana inanırsanız, sizi Cennetime koyacağım. Sayısız nimetler vereceğim. Sonsuz zevk ve saadet içinde yaşayacaksınız. Peygamberlerime inanmayanları Cehennemde sonsuz cezalandıracağım) diyor.

Cennet ve Cehennem yok ise, Peygamberlere, ahirete inanmış olanlar, aldanmış ise, bunlar hiç zarar görmeyecek. Fakat Peygamberlerin sözleri doğru olduğundan, bunlara inanmayanlar ve bunların sözlerini değiştirenler, sonsuz azap göreceklerdir.

***

Sual: Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselamdan itibaren gönderdiği kitapların adedi ne kadardır ve isimleri belli midir?

Cevap: Allahü teâlâ, yeryüzüne, yüz sayfa ve dört büyük kitap indirmiş, göndermiştir. Bunların hepsini, Cebrail aleyhisselâm getirmiştir. On sayfa âdem aleyhisselâma; elli sayfa Şît aleyhisselâma; otuz sayfa İdris aleyhisselâma; on sayfa da, İbrahim aleyhisselâma gönderildiği hadîs-i şerifte bildirilmiştir.

Sayfa; küçük kitap, risale demektir. Bizim bildiğimiz bir yaprak kâğıdın bir yüzü demek değildir.

Dört büyük kitaptan, Tevrat Musa aleyhisselâma; Zebur Davud aleyhisselâma; İncil İsa aleyhisselâma; Kur'ân-ı kerim de, ahir zaman yani son Peygamber Muhammed aleyhisselâma inmiş, gönderilmiştir.

***

Sual: Küfre sebep olan söz ve işlerden bazıları nelerdir?

Cevap: Bir kimse, Allahü teâlâ, bana Cennet verirse sensiz Cennete girmem dese, yahut filan ile Cennete girmeğe emir olunsam, girmem, yahut Allahü teâlâ bana, Cennet verse, istemem, lâkin didarını görmek dilerim dese, bu sözler, küfürdür demişler. Bir kimse, iman artar ve eksilir dese, küfürdür, demişler. Birgivî buyuruyor ki: (Mü'menün bih) itibariyle, artar ve eksilir dese, küfürdür. Amma, yakîn ve kuvvet-i sıdk itibariyle olursa, küfür değildir. Zira müctehidlerden bir çok kimseler, imanın ziyade ve noksanına kaillerdir.

Bir kimse, kıble ikidir, biri Kâbe ve biri Kudüs'tür, dese, küfürdür, demişler. Birgivî buyurur ki: Şimdiki hâlde ikidir dese küfürdür. Amma Beyt-i mukaddes kıble idi. Sonra, kıble Kâbe oldu dese, küfür değildir.

Bir kimse, bir âlime buğz etse veya sövse, bu yaptığı sebepsiz ise, o kimsenin küfründen korkulur.

Bir kimse, kâfirlerin ibadetleri, İslâmiyete uymayan işleri güzeldir dese ve böyle itikat etse küfürdür.

Bir kimse, taam yerken konuşmamak Mecusilerin iyi âdetlerindendir dese, yahut adetli ve lohusa hâlinde, avretle yatmamak, Mecusilerin iyi şeylerindendir, dese, o kişi kâfir olur, demişler.

Bir kimse, bir kişiye, sen mümin misin? dese, o dahi, inşallah dese ve tevile kâdir olmasa, küfürdür.

Bir kimse, evladı ölen kimseye, Allahü teâlâya senin oğlun gerek idi, dese, kâfir olur, demişler.

Bir avret, beline bir kara ip bağlasa, bu nedir? deseler, zünnardır dese, kâfir olur, erine haram olur. (İslâm Ahlâkı s. 202)

Açlık çekerek ruhen yükselmek

Sual: Bazı kimseler, Peygamberimiz ve ilk Müslümanlar açlık çekerek ruhen yükseldiler diyerek, aç kalmayı tavsiye ediyorlar. Gerçekten yükselmek için aç mı kalmak gerekir?

Cevap: Bu konuda, İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât kitabında buyuruyor ki:

"Din büyüklerinin yolunda, sünnet-i seniyyeye uymak, hallerini örtmeye çalışmak, orta halli yaşamak, yiyecekte, giyecekte ve her şeyde orta hali gözetmek vardır. Cahiller bunları riyazet saymazlar. Bunlara göre riyazet, yalnız açlık çekmektir. Çok aç kalmayı pek kıymetli sanırlar. Çünkü, hayvanlar gibi yaşayan bu kimseler, yemeye, içmeye çok önem verirler, hep bunları düşünürler. Bunun için, yememek, içmemek bunlara ağır riyazet görünür. Bu cahiller, sünnete uymaya ve benzerlerine hiç kıymet vermezler. Bu yolun büyüklerine, hallerini örtmeye çalışmak ve cahillerin kıymet verdikleri riyazetleri yapmamak lazımdır. Açlık çekmek gibi böyle riyazetleri cahiller beğenir, şöhrete sebep olur ve sonu kötü olur. Resûlullah efendimiz; (Dinde ve dünyada parmakla gösterilmesi, insana kötülük olarak yetişir. Bundan ancak Allahü teâlânın koruduğu kimse kurtulur) buyurdu.

Uzun açlıklar çekmek, yemekte ve içmekte orta dereceyi gözetmekten daha kolaydır. Orta hali gözetmek riyazetinin, çok aç kalmak riyazetinden daha üstün olduğu meydandadır. Yiyecekte, giyecekte ve her işte orta dereceyi gözetmek çok iyidir.

Hak teâlâ, Peygamber efendimize kırk erkek kuvveti ihsan etmişti. Bu kuvveti ile ağır açlıklara dayanırdı. Eshâb-ı kiram da, insanların en iyisinin sohbeti yardımı ile bu yüke katlanırlardı. Bu yüzden işlerinde ve çalışmalarında hiçbir bozukluk ve gevşeklik olmazdı. Aç iken muharebede düşmanla çarpışırlardı. Eshâb-ı kiramdan başkaları, böyle aç kalsalar, edepleri, sünnetleri, belki de farzları yapamaz hale gelirlerdi. Gücü yok iken, bu işte Eshâb-ı kirama benzemeye kalkışmak, kendini sünnetleri ve farzları yapamayacak hale sokmak olur. Hazret-i Ebu Bekir, Peygamber efendimiz gibi her gün oruç tutmak istedi. Zayıflayıp, takati kalmayınca, Resûlullah efendimiz, buna üzülerek; (İçinizde benim gibi kim vardır? Rabbimin huzurunda kalırım. Oradan yerim ve içerim) buyurdu. Görülüyor ki, gücü yetmediği şeyi yapmaya kalkışmak iyi değildir."

***

Sual: İmanın şartlarından olan meleklere ve kitaplara iman kısaca nasıl olmalıdır?

Cevap: Dahi ben, Allahü azîm-üş-şânın meleklerine inandım, iman eyledim. Allahü azîm-üş-şânın melekleri vardır. Onları nurdan halk etmiştir. Cisimdirler. [Burada cisim demek, fizik kitaplarında bildirilen cisim değildir.] Yemezler ve içmezler. Onlarda erkeklik, dişilik olmaz. Gökten yere inerler ve yerden göğe çıkarlar. Ve bir hâlden bir hâle girerler. Göz açıp yumacak kadar, Allahü azîm-üş-şâna asi olmazlar ve bizim gibi günah işlemezler. Onların içinde mukarrebler ve Peygamberler vardır.

Ve cümlesinin efdali, Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail "aleyhimüsselâm"dır. Bu dördü cümle meleklerin Peygamberleridir. Ve onların her birisini, Allahü azîm-üş-şân, bir hizmete koymuştur. Kıyamete kadar, başka bir hizmete nevbet gelmez.

Dahi, Allahü azîm-üş-şânın kitaplarına inandım, iman eyledim.

Allahü azîm-üş-şânın kitapları vardır. Kur'ân-ı kerimde bildirilen, yüzdört kitaptır. Yüzü küçük kitaptır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitaptır. Tevrat, hazret-i Musa "aleyhisselâm"a, Zebur, hazret-i Davud "aleyhisselâm"a, İncil, hazret-i İsa "aleyhisselâm"a, Kur'ân-ı kerim, bizim Peygamberimiz Muhammed "aleyhisselâm"a nazil olmuştur.

Yüz suhuftan, on suhufu, hazret-i Adem "aleyhisselâm"a, elli suhufu, Şit "aleyhisselâm"a, otuz suhufu, İdris "aleyhisselâm"a, on suhufu, İbrahim "aleyhisselâm"a inmiştir. Bunların cümlesini, Cebrâîl "aleyhisselâm" indirmiştir. Cümlesinden sonra, Kur'ân-ı azîm-üş-şân nazil olmuştur. Kur'ân-ı azîm-üş-şânın nüzulü -az az, âyet âyet- yirmiüç senede tamam olmuştur. Ve hükmü, kıyamete değin bâkîdir. Nesh olmaktan [geçersiz olmaktan] ve tebdil ile tahriften [insanların değiştirmelerinden] mahfuzdur. (İslâm Ahlâkı s. 180)

Ticarette ırk, din farkı olmaz

Ticarette ırk, din farkı olmaz

Sual: Ticaretle uğraşıyor, ithalat ve ihracat yapıyorum. Müşteriler içerisinde her milletten insan var. İngilizlerle Yahudilerle ticaret yapılması uygun değil deniyor. Böyle bir şey var mı?
CEVAP
Öyle bir şey yok. Dinimizde, ticarette ırk ve din ayrımı yoktur. Her milletten, her dinden insanlarla alış veriş yapmakta, hatta onların işinde çalışmakta mahzur yoktur.

Tarih boyunca Müslüman ülkelerdeki gayri müslimler, İslam devletinin himayesinde gayet rahat idiler. Onların ne dinine karışılıyor, ne de ibadet etmelerine mani olunuyordu. İstedikleri sanat ve ticaret ile serbestçe uğraşıyorlardı.

Dinimiz, ilmi, sanatı, ticareti, ziraatı emretmiştir. Bir âyet-i kerime meali:

(Allah, alış verişi helal, faizi haram kıldı.) [Bekara 275]

Dâr-ül-harbde, bir müslümanın, kazanmak şartı ile, kumar, faiz ve sigorta yolu ile, para kazanmasının caiz olduğu, (Kuduri, Cevhere, Vikâye, Hindiyye, Mebsut, Dürr-ül-muhtâr, Redd-ül-muhtâr) gibi muteber eserlerde yazılıdır. Aynı husus Mecma'ul-enhür ve Dürer'de de, (Lâ ribâ beynel müslimi vel harbiyyi fi daril harbi = Dâr-ül-harbde, müslüman ile kâfir arasında faiz yoktur) hadis-i şerifi ile bildirilmektedir. Çünkü, onların malını rızaları ile almak mubahtır. Ama mallarına saldırmak, zorla almak caiz değildir.

Kilise tamirinde çalışmak da mekruh değildir. Zira, bu işin kendisi günah değildir. (Bezzaziyye)

İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:

Ücretle kâfirin şarabını taşımak, domuz çobanlığı yapmak, kilise tamir etmek ve Hıristiyan'a zünnar [papaz kuşağı] gibi küfür alametlerini satmak imam-ı a'zama göre caizdir. (Redd-ül muhtar)

Eski hak dinlerde de kâfir ülkesinde çalışmak ve kâfire hizmet yasak değil idi. Dinimizde de yasak değildir. Şimdiki Müslümanların Avrupa'ya çalışmaya gitmesi gibi, Mekke müslümanları da Habeşistan'a hicret etmişler, orada gayri müslimlerin işlerinde çalışmışlardı.

Yusuf aleyhisselam, Peygamber olduğu halde, kulların sıkıntıda olduğunu görüp, hükümet reisi kâfir iken, ona giderek vazife istedi. Böylece, insanlara hizmet etti. O halde, kullara hizmet edeceğini bilen ve bunu kendinden başka yapacak kimsenin bulunmadığını gören, bu vazifeye bir zâlimin geçmesini önlemek ve Müslümanlara hizmet etmek için, kâfir olan âmirden bile vazife istemelidir.

Peygamber efendimiz vefat ettiği zaman, bir demir zırh ceketi, otuz kilo arpa için, bir Yahudi'de rehin bırakılmış bulundu. Hazret-i Ali de vefat ederken, dünya malı olarak, geride Düldül adındaki, Resulullah efendimizden kalan katırı ile, Zülfikar adındaki kılıcı ve mübarek gömleği kalmıştı. Bunlar da, bir Yahudi'de rehin, yani ipotek idi.

Kâfirlerin yaptığı malları, ürettiği gıdaları, elbiseleri kullanmakta veya onlarla ticaret yapmakta bir sakınca yoktur. Başta Peygamber efendimiz olmak üzere, eshabı kiram ve 14 asır boyunca âlimiyle evliyasıyla bütün Müslümanlar kâfirlerle ticaret yapmışlardır.

Nefsi işe karıştırmamalı

Allah için dostluk

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:


Bir mümin, kendi menfaati için bağırırsa, bu öfkedir, şeytanîdir. Ancak, karşısındaki müminin menfaati için yüksek sesle konuşursa, bağırırsa, bu rahmanîdir, buna gayret denir. Nefsin karıştığı şey çok tehlikelidir. Şeytan insanın imanını, öfkelendiği zaman daha kolay bozar. Peygamber efendimiz üç kere, (Lâ tagdab, lâ tagdab, lâ tagdab) yani (Öfkelenme!) buyuruyor. Öfke, aklı da imanı da giderebilir.

Haklı olduğu zaman bile münakaşa etmeyene, başkasını kırmayana Cennette köşk verilecektir. Eğer şaka da olsa yalan söylemezse, Cennetin ortasında ona köşk verilecektir. Peygamber efendimiz, (Ben kefilim) buyuruyor. Yine, (İçinizde asıl pehlivan, öfkelenince öfkesini yenendir) buyuruyor. Bir kimse kalb kırdığı zaman, Kâbe'yi yetmiş defa yıkmış gibi günaha girer, kul hakkına da girmiş olur.

Bir insana, Ehl-i sünnet itikadını ve ilmihal bilgilerini doğru olarak anlatan bir kitap vermek çok sevabdır. Peygamber efendimiz, (Bid'atler yayıldığı zaman, bir sünnetimi açığa çıkarana yüz şehid sevabı verilir) buyuruyor. Vereceğimiz kitapta kaç tane sünnet, kaç tane vacib, kaç tane farz var. En önemlisi de, iman var. Yani yüz şehid sevabından çok daha fazla sevab kazanır insan. Bu fırsatı kaçırmamak gerekir.

Allah için dostluk ve bir araya gelmek, çok kıymetlidir. Bir iki kişi, Allah için toplanıp bir iki nefes Allah'tan bahsederse oraya melekler gıpta ederler.

Ahir zamanda, doğru bir şekilde iman edip namaz kılmak ve haramlardan sakınmak, en büyük keramet olur.

Dünyada hiçbir şeyin yaratılışı tesadüfî değildir, başıboşluk yoktur. Her şey, hesap kitap dâhilindedir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen, (Ben, insanları ve cinleri bana ibadet etsinler, beni tanısınlar diye yarattım) buyuruyor. Yaradılış gayemiz ne ise, o gayeye uygun yaşamaya çalışmalıyız.

Allahü teâlâ ihsan sahibidir. İnsanların kusurlarına bakmadan, bol bol ihsan eder. Merhametle muamele eder. Şayet adaletle muamele etse, hepimiz mahvoluruz. Adalet, hak ettiğini vermek, ihsan ise, hak ettiğinden fazlasını vermektir.

İnsan, acaba ben Rabbimin indinde makbul müyüm, değil miyim, insanlardan dua alabiliyor muyum diye düşünürse, daha faydalı işler yapma gayreti artar.

Namaz kılması haram olan vakitler


Sual: Namaz kılması yasak olan vakitler var mıdır, varsa hangi vakitlerdir? Nafile namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler var mıdır?

Cevap: Namaz kılması tahrimen mekruh, yani haram olan vakitler üçtür: Bu üç vakte (Kerahet zamanı) denir. Bu üç zamanda başlanan farzlar sahih olmaz. Nafileler sahih olursa da, tahrimen mekruh olur. Bu nafileleri bozmalı, başka zamanda kaza etmelidir. Bu üç zamanın birincisi, sabahları güneş doğarken başlayıp, 40 dakika devam eden zamandır. Bu zamanın sonuna (Duha vakti) ve (İşrak vakti) denir. Kerahet zamanının ikincisi, güneş zevalde ikendir. Güneşin gurubundan 40 dakika evvel üçüncü kerahet zamanı başlamaktadır. Güneşin doğması, tulû vaktinden, yani üst kenarının mer'î üfuk hattından görünmeğe başlayıp, bakamayacak kadar yükselmesine, yani (Duha vakti)ne kadar olan zamandır. Yani kerahet zamanının sonuna kadardır. Güneşin zevalde olması, semadaki şer'î zeval mahalli olan dairenin içinde bulunmasıdır. Yani hakiki zeval vaktinden temkin zamanı evvel ve sonra olan iki vakit arasındaki zamandır. Bu zaman, öğle namazı vaktinden İstanbul için, 20 dakika evvel başlamaktadır.

Güneşin batması da, bakacak kadar sararmağa başladığı vakitten batıncaya kadar olan zaman demektir. Bu zamanın miktarı, İstanbul gibi 41 derece olan mahaller için, 37 dakika ile 42 dakika arasında değişmektedir. Ortalama olarak 40 dakikadır. Bu zamanın evvel vaktine (İsfirar-ı şems) veya (Kerahet vakti) denir. Güneş batarken, yalnız o günün ikindisi kılınır. Fakat, ikindiyi isfirar vaktine geciktirmek tahrimen mekruhtur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre, yalnız Cuma günü güneş tepede iken, nafile kılmak mekruh olmaz. Bu kavil zayıftır. Önceden hazırlanmış cenazenin namazı, secde-i tilâvet ve secde-i sehv de câiz değildir. Bu vakitlerde hazırlanan cenazenin namazını, bu vakitlerde kılmak sahih olur.

Yalnız nafile kılmak mekruh olan iki vakit vardır. Sabah Fecr-i sadık [tan yeri] ağardıktan, güneş doğuncaya kadar, sabah namazının sünnetinden başka nafile kılınmaz. İkindiyi kıldıktan sonra, akşam namazından önce nafile kılmak tahrimen mekruhtur. Cuma günü imam minbere çıkınca ve müezzin ikamet okurken, diğer namazlarda imam namazda iken nafileye, yani sünnete başlamak mekruhtur. Yalnız sabah sünnetine başlamak mekruh değildir. Bunu da saftan uzak veya direk arkasında kılmalıdır. Minbere çıkmadan başlanan sünneti tamamlamalı denildi. (İslâm Ahlâkı s. 398)

***

Sual: Önceki zamanlarda olduğu gibi, zamanımızda da kendini "Mehdi" ilan edenler oluyor. Geleceği bildirilen hazret-i Mehdi'nin bunlarla bir alakası var mıdır?

Cevap: Hazret-i Mehdi, ahir zamanda dünyaya gelecektir. Adı, Muhammed, babasının adı Abdullah'tır. Resûlullah efendimizin soyundan olacaktır. İsa aleyhisselâmla buluşacak, mezhepleri kaldıracak, yalnız onun mezhebi kalacak, her yeri alacak, her yerde adalet olacak, Eshâb-ı Kehf, uyanıp mağaradan çıkarak, hazret-i Mehdi'nin askeri olacaktır. Bazı kimseler, büyük zannettikleri kimselere Mehdi demektedir. Hazret-i Mehdi'nin alametlerini Resûlullah efendimiz bildirmiştir. İbni Hacer-i Mekkî hazretlerinin Alâmet-ül-Mehdî kitabında ve İmâm-ı Süyûtî hazretlerinin Cüz'ün minel ehâdîs velâsâril vârideti fî alâmetil mehdî kitabında bunlardan iki yüze yakın alâmet yazılıdır. El-fütûhât-ül-islâmiyye kitabında diyor ki:

"Beklenilen Mehdi, hazret-i Fatıma'nın soyundan olacaktır. Mekke'de zuhur edecektir. O zaman, Müslümanlar halifesiz olacaktır. İstemediği hâlde, zorla halife yapılacaktır. Zuhur edeceği zaman, yaşı ve ömrü kesin belli değildir."

Hazret-i Mehdi çıkacağı zaman yeryüzünde halife bulunmayacağı ve Mehdiliklerini ilan edenlerin Mehdi olmadıkları, buradan anlaşılmaktadır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hazret-i Mehdi'nin Medine'deki sapık din adamlarını öldüreceğini yazmaktadır.

***

Sual: Bir kimsenin, terziye, bu elbiseyi iki haftada dikersen üçyüz lira, bir ayda dikersen ikiyüz lira veririm diyerek böyle şartlı teklifte bulunarak sözleşme yapması uygun olur mu?

Cevap: Terziye kumaş verip, bir haftada dikersen yüz lira, iki haftada dikersen elli lira veririm demek, İmâmeyne göre caizdir. Dükkânda terzilik yaparsan, kirası yüz lira, demircilik yaparsan ikiyüz lira demek de caizdir.

***

Sual: Boyacıya kumaş verildiğinde, kumaşlar istenilen renkte boyanmamış ise, bu durumda boyacının mı yoksa kumaş sahibinin mi sözü esas alınır?

Cevap: Boyacıya kumaş veren kimse, kırmızı istemiştim, sen mavi boyamışsın dese, boyacı da, mavi istemiştin dese, kumaş sahibinin sözü kabul olunur. Terzinin ceket yerine pantolon dikmesi de böyledir. Bunların ücreti verilmez. Kumaşı da öderler veya sahibi isterse yapılan şeyi alıp piyasaya göre işçilikten keser.

Kirli sakal bırakmak

Kirli sakal bırakmak

Sual: Bildiğiniz gibi, Ahmet Mekki efendi hazretlerinin sakalı sünnete uygunken, sakalıyla alay edenler olduğu için sakalını kısaltmıştı. Benim de sünnete uygun sakalım vardı. Benim sakalımla da alay edenler oldu. Temelli kessem sakalını kazıttı diye söyleyenler çıkacağı için, mecburen kısalttım. Bu sefer de, (Böyle sakal bid'attır, haram işliyorsun) diyorlar. Acaba kısa sakalı sünnet niyetiyle değil de, bir özürden dolayı bıraktığım için bid'at işlemekten kurtuluyor muyum?

CEVAP
Evet, sünnet niyetiyle bırakılmazsa bid'at olmaz. Ahmet Mekki Efendi hazretleri, tanınmış müftü idi. Sakalını kesmesi elbette uygun görülmezdi. Alay edilmemesi için de, kısaltmak zorunda kalmıştı. Bunu sünnet diye bırakmıyordu. Siz de sünnet diye bırakmazsanız bid'at ve haram olmaz. Seadet-i Ebediyye'de, (Kâfirlere veya kadınlara benzemek için sakalı bir tutamdan kısa yapmak veya tamamen kazımak haramdır. Benzemek niyeti olmayıp, memleketin âdetine uymak için olursa, mekruh olur) deniyor. Demek ki, sünnet denmezse haram olmuyor, mekruh oluyor. Bid'at sakal için, sünneti ifa ediyorum denmezse, haram olmadığı açıkça bildiriliyor.

İslam Ahlakı kitabında da, (Dar-ül-harbde bulunan veya zulüm görmemek, nafakadan olmamak yahut emr-i maruf yapabilmek, müslümanlara ve İslamiyet'e hizmet edebilmek, dinini, namusunu koruyabilmek için sakalını kazımak caiz hatta lazım olur. Özürsüz olarak kısaltmak ve kazımak mekruh olur) deniyor. Buradan da bir özürle kısaltmanın veya kazımanın caiz olduğu anlaşılıyor.

Sünnet olmayan bir şeyi sünnet diye işlemek bid'attir. Mesela Aşure günü, sünnet sanarak aşure pişirmek bid'attir. Sünnet olmadığını bilerek, o gün bir tatlı yapmak niyetiyle aşure pişirmek bid'at olmaz. Bu inceliği iyi anlamak lazımdır.

Üç harflileri çağırmak

Sual: Cin yerine üç harfli diyorlar. Cin denirse, onlar çağırılmış mı oluyor? Böyle bir şey var mı?
CEVAP
Böyle bir şey yok. Cine, cin demenin hiç mahzuru yoktur. Cin çağırılınca gelmez. Çağırılmasa da musallat olabilir. İmam-ı Rabbani hazretleri, cinden korunmak için, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azîm) okunmasını bildirirdi.

Çene altını kapatmak

Sual: Kadınlar, namaz kılarken çene altlarını da, kapatmaları gerekir mi?
CEVAP
Evet, gerekir.

Uykudaki sevab ve günah

Uykudaki sevab ve günah

Sual: Uykudayken de yazılan sevab ve günahlar var mıdır?

CEVAP
Evet, vardır. Üç hadis-i şerif meali şöyledir:

(Oruçlunun susması tesbih, uykusu ibadettir.) [Deylemi]

(Abdestli olarak yatan, uykudayken, gündüz saim [oruçlu], gece kaim [gece uyanıp ibadet eden] gibi sevaba kavuşur.) [Deylemi]

(Âlimlerin uykusu ibadettir.) [İ. Gazali]

Ölü gibi yatan, Allahü teâlânın lutfüyle, uyurken de sevab kazanıyor. Uykuda insana günah yazılmaz; çünkü şuurlu olarak bir günah işlemiyor. Bir hadis-i şerif meali: (Şu üç kişiden kalem kaldırıldı: Uyuyan uyanana, çocuk büluğa erene ve deli olan iyileşinceye kadar.) [Ebu Davud]

Şartsız bildirilen bu hadis-i şerife bakınca, uyurken sevab da yazılmadığı anlaşılır; çünkü kalem kalktı deniyor. Ölenin defteri de kapanır, artık sevab günah yazılmaz; ama bunun da uyku gibi istisnaları vardır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:

(Bir mümin ölünce amel defteri kapanır. Ancak şu üçü bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden salih evlat bırakan.) [Buhari]

(Bir sünnet-i hasene çıkarana [iyi bir çığır açana], onun sevabı ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabı kadar sevab yazılır. Sünnet-i seyyie çıkarana [kötü bir çığır açana] da, onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kadar günah yazılır.) [Müslim]

Uykuda sevab ve günah yazılanlar olduğu gibi, ölünce de sevab ve günahı devam edenler oluyor. Uyuyan da, çocuk, deli ve ölü gibi günah işlemiş olmaz; ancak gücü yeterken borcunu ödememişse, işlediği zulmün günahı uykudayken de yazılır; çünkü gücü yeterken borcunu ödememek zulümdür. Bir hadis-i şerifte, (Zenginin [ödeme imkânı olanın] borcunu ödemeyip, oyalaması zulümdür) buyuruldu. (Buhari)

Uyurken zulüm kalkmadığı gibi, eskiden işlediğimiz günahlar da silinmez. Günahlarımız, uyurken de, uyanıkken de devam eder. Malı olduğu halde, borcunu ödemeyi bir saat geciktiren, zalim ve asi olur. Namaz kılarken de, oruç tutarken de, uykuda da, yani her an lanet altında bulunur. Borç ödememek öyle bir günahtır ki, uykuda bile durmadan yazılır. (Bey' ve şira risalesi şerhi)

Buradaki incelik: Uyuyan, uyurken günah işlediği için değil, daha önce borcunu, imkânı varken ödemediği için günah yazılıyor. Uykudayken yaptığı bir şey yazılmıyor, eski günahı devam ediyor.

İbadetlerin sevabını hediye etmek

Sual: Başkasının yerine ibadet yapılabilir mi? İbadetin sevabını başkasına hediye edebilir miyiz? Ücret ile ibadet yaptırmak veya ibadetin sevabını başkasına satmak caiz midir?

Cevap: İbadetler üç kısımdır:

1- Yalnız beden ile yapılan ibadettir. Namaz, oruç, Kur'ân-ı kerim okumak, zikir böyledir. Hiç kimse, başkası yerine, beden ibadeti yapamaz. Herkesin kendisi yapması lâzımdır. Kendi yerine başkasını vekil edemez.

2- Yalnız mal ile yapılan ibadetlerdir. Mal zekâtı ve beden zekâtı, yani sadaka-i fıtır ve toprak mahsulleri zekâtı, yani uşur ve kefaretler, yani azad etmek, fakirleri doyurmak ve giydirmek böyle ibadettir. Bir kimsenin özrü olsun, olmasın, bunun mal ile yapılacak ibadetlerini başkası, hatta zimmi de, bunun izni ve malı ile yapabilir.

3- Hem beden, hem mal ile yapılan ibadetlerdir. Farz olan hac böyledir. Bir kimse hayatta iken, ancak devamlı özrü olduğu zaman, bunun emri ve malı ile yerine başkası hac yapabilir. Kendine hac farz olmayan kimse, nafile hac için, özür olmadan vekil gönderebilir.

Bir kimse, farz olsun, nafile olsun, herhangi bir ibadeti yaparken veya yaptıktan sonra, mesela, namaz, oruç, sadaka, hatm-i tehlil, Kur'ân-ı kerim okumak, zikir, tavaf, hac, ömre, Evliyanın kabrini ziyaret ve meyyite kefen vermek gibi ibadet ve taatların sevabını diri veya ölü başkasına hediye edebilir. Şafii ve Maliki mezheplerinde ise, beden ile yapılanlar hediye edilemez. İmam-i Sübkî ve sonra gelen Şafii âlimleri "rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmain" bunlar da hediye olunur dediler. Ücret ile ibadet yaptırmak veya ibadetin sevabını başkasına satmak bâtıldır. İbadeti yapmadan pazarlık edilirse, ücret olur. Yaptıktan sonra pazarlık edilirse, ibadeti satmak olur. (Tam İlmihal s. 340)

***

Sual: Mirac hadisesini aklımız almıyor diyenlere, ne demeli, nasıl cevap vermelidir?

Cevap: Peygamberlik makamı aklın ve düşüncenin dışındadır, üstündedir. Aklın eremeyeceği, anlayamayacağı çok şeyler vardır ki, bunlar Peygamberlik makamında anlaşılır. Her şey akıl ile anlaşılabilseydi, Peygamberler gönderilmezdi. Mucize ve keramet de, akıl ile anlaşılamaz, izah edilemez. Bunların hepsi, Allahü teâlânın sonsuz kudreti ile olmaktadır. Mirac da, âdet olan işlerin aksinedir. Mucizelerin hepsi de böyledir. Bu sebeple imanı olanların, Mirac mucizesine inanması lazımdır. Hazret-i Ebu Bekir, Allahü teâlânın sonsuz kudretini ve Peygamber Efendimizin de, Onun Peygamberi olduğunu iyi anladığı için, Miracı, herkes inkâr ederken veya tereddüt geçirirken o, hemen ve tereddüt etmeden tasdik etti ve Sıddîklık makamına yükseldi. Çünkü Miracı kabul etmek, inanmak, aklın bittiği ve imanın başladığı yerdir.

Resûlullah Efendimiz, Mekke-i mükerremeden Sidre-tül-müntehâya kadar, Cebrail aleyhisselam ile birlikte gitti ve Sidrede şaşılacak çok şeyler gördü. Cennetteki nimetleri, Cehennemdeki azapları gördü. Hadîs-i şerifte;

(Mirac gecesi göğe götürülürken insanlar gördüm. Ateşten makaslarla dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını Cebrail'e sordum. Ümmetinin hatiplerinden, vaizlerinden, kendilerinin yapmadıklarını yapınız diyenlerdir dedi) buyuruldu.

Resûlullah Efendimiz, cenâb-ı Hakkın cemalini görmek arzusundan ve zevkinden, Cennetteki nimetlerin hiçbirine bakmadı. Sidreden ileriye, yalnız olarak, nurlar arasında ilerledi. Zamansız ve mekânsız olarak, ahirette Allahü teâlânın görüleceği gibi, anlaşılamayan ve anlatılamayan bir hâlde, Allahü teâlâyı gördü.

Peygamber Efendimize mirac gecesi, Cennette nasip olan rüyet şerefi dünyaya indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak, kendisine yalnız namazda müyesser olmuştur. Peygamber Efendimiz;

(Namazda, kul ile Allahü teâlâ arasındaki perdeler kalkar) buyurmuştur.

Bütün bu haberlerin bir kısmı âyet-i kerimelerle, bir kısmı da hadîs-i şeriflerle haber verilmiştir. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği bu haberleri kabul etmeyen, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Âyet-i kerimeye veya hadîs-i şeriflere inanmayan ise, kâfir olur.

***

Sual: Namazdan sonra nasıl tesbih çekilir ve dua edilir? Namazdan sonra, dua bitince, elleri yüze sürülür mü? Namazdan sonra ve başka zamanlarda dua ederken eller nasıl tutulmalıdır?

Cevap: Hadîs-i şerifte, (Her namazdan sonra, üç kere, Estagfirullahel'azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh okuyanın, bütün günahları af olur) buyuruldu. İstiğfardan sonra, Âyet-el-kürsî ve otuzüç kere (Sübhânallah), otuzüç kere (Elhamdülillah) ve otuzüç kere (Allahü ekber) ve bir (kelime-i tehlîl) yani (Lâ ilâhe illallah vahdehû lâ şerîke leh...) okumaları ve ellerini göğüs hizasına kaldırarak, kendileri için ve bütün Müslümanlar için dua etmeleri de müstehabdır. Hadîs-i şerifte, (Beş vakit farz namazdan sonra yapılan dua kabul olur) buyuruldu. Fakat dua, uyanık kalp ile ve sessiz yapılmalıdır. Duayı yalnız namazlardan sonra veya belli zamanlarda yapmak ve belli şeyleri ezberleyip, şiir okur gibi dua etmek mekruhtur. Namazdan sonra, dua bitince, elleri yüze sürmek sünnettir.

Resûlullah "sallallahü aleyhi ve sellem" namaz içinde ve tavafta, yemekten sonra ve yatarken de dua ederdi. Bu dualarında kollarını kaldırmaz ve ellerini yüzüne sürmezdi. Duanın ve her zikrin sessiz olması efdaldir. Tarikatçıların yaptıkları gibi, raks etmek, dönmek, el çırpmak, def, dümbelek, ney, saz çalmak, sözbirliği ile haramdır). Görülüyor ki, cemaatin imam ile birlikte, sessizce dua etmeleri efdaldir. Ayrı ayrı dua yapmaları ve dua etmeden kalkıp gitmeleri de câizdir. Duadan sonra, onbir İhlâs ve bir kere iki Kul-e'ûzü okunur. Muhammed Ma'sûm "rahmetullahi aleyh", bu duadan sonra 67 kere de yalnız (Estagfirullah) okuduğunu, ikinci cildin 80. ci mektubunda yazmaktadır. En sonra, (Sübhâne Rabbike...) âyeti okunur. (Tam İlmihal s. 218)

Çok fazla hayal kurmak doğru mudur?

Sual: Çok hayâlperest bir arkadaş, hayâlinde sanki bir Süpermen olup, hükümetler kurup, yıkıyormuş. Kerametler, harikalar gösterip, zâlimleri, kötüleri cezalandırıyor veya yok ediyormuş, böylece dünyayı yaşanır bir hâle getiriyormuş. Böyle düşünmenin vebali var mıdır?
CEVAP
Burada niyetin önemi büyüktür. Mesela, (Allahü teâlâ, her şeye gücü yeterken, zâlimleri niye yok etmiyor? Kötülüklere niye izin veriyor? Herkes melek gibi günahsız olsaydı, şunlar şöyle yaratılsaydı, iyi olurdu) anlamında hayâl kuruyorsa, o zaman kaderi beğenmemiş olur. Allahü teâlânın murat ettiğini, Onun kurduğu nizamı beğenmemek caiz olmaz. Dileseydi herkes iman ederdi, kötülük eden kimse yaratmazdı. Onun işine karışmak, (Şöyle olsaydı daha iyi olurdu) demek çok yanlış olur. Ama böyle şey düşünmeden, (Şu kötülere bir bela gelse de yok olsa) gibi şeyler hayâl edilirse caiz olur. 

En uygunu böyle hayâl kurmaktan uzak kalmaya çalışmalı, (Ya Rabbî, senin yarattıklarında çok hikmet vardır) demeli, vazifemiz olmayan işe karışmamalı, dünyayı düzeltmek için hayâl kurmamalı. Peygamber efendimiz de, bu mealde, (Dünya, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprünün tamiriyle uğraşmayın, hemen geçip gidin!) buyuruyor. (S. Ebediyye)

Dünyayı tamir işleriyle uğraşacak çok kişi vardır. Müslüman olarak biz âhiretimizi kurtarmaya çalışalım.

Bir sözle olur


Sual: Dinden habersiz biri, (Bir sözle insan kâfir olmaz, bir sözle kadın boş olmaz) dedi. Bu yanlış değil mi?
CEVAP
Evet yanlıştır. Birçok şey bir söze bağlıdır. Birkaç örnek verelim:

1- Bir kelime-i şehadet getirmekle, kâfir Müslüman olur.

2- (Allah yok) diyen Müslüman, kâfir olur.

3- Elin kızı, bir sözle yani nikâhla hanımı olduğu gibi, yine bir sözle de, yani (Boşadım) demekle de, hanımı yabancı olur.

4- Adakta hiç niyet etmese de, ağzından çıksa da, Mesela (Allah için, bir gün oruç tutmayı adıyorum) diyeceği yerde, (bir ay) diye ağzından çıksa, bir ay oruç tutması gerekir. Söz geçerli, niyet geçersizdir. (Dürer)

5- Bir sözle çok şey olur. İnsan bir sözle vezir, bir sözle rezil olur. Öldürülsün denir, öldürülür. Yunus Emre onun için, (Söz ola, kese savaşı / Söz ola, kestire başı) demiştir.